Kırsal Miras Programının Söyledikleri
Alp Arısoy - ÇEKÜL Kent Çalışmaları Koordinatörü, Mimar
Yerel Kimlik Dergisinin 61. sayısında yayımlanmıştır. (sayfa: 10-15)
ÇEKÜL Vakfının TKB desteğiyle 2019 yılında başlattığı Kırsal Miras Programı tamamlandı. 7 bölgedeki 38 köyde sürdürülen saha çalışmalarıyla kırsaldaki kültür politikaları ve koruma uygulamalarının izini süren ÇEKÜL Kent Çalışmaları uzmanlarının sonuç raporu yayınlanarak TKB web sitesinde erişime açıldı.
ÇEKÜL Vakfı Kırsal Miras Programı, bir yıl süren saha çalışmaları ve araştırma süreci sonucunda, 2020 başında tamamlandı. Ülkemizde kırsaldaki kültür politikaları ve koruma uygulamalarına yönelik önemli ipuçları elde ettiğimiz program, gelecekte daha sürdürülebilir modellerin geliştirilmesine yönelik de fırsatlar sunabilecek. Bu inceleme yazısında, çalışmanın bir özetini okuyacaksınız. Kırsal Miras Programının sonuç raporuna Tarihi Kentler Birliğinin web sitesi üzerinden ulaşmanız mümkün.
Yerel Kimlik dergisinin daha önce yayımlanan sayılarından da hatırlanacağı üzere, ÇEKÜL Kırsal Miras Programı kırsal korunma sorunlarının, kırsalın kültür odaklı dönüşümü üzerinden okunarak değerlendirilmesi amaçladı. Kırsal alanlardaki değişimi kültür mirası perspektifinden ele alan ÇEKÜL Kırsal Miras Programı; seçilen köylerde somut olmayan mirasın nasıl yaşatıldığı, köyün bir tasarım sorunsalı olarak nasıl ele alınabileceği, yeni üretim ve tüketim biçimlerinin köye nasıl yansıdığı, kültürel dönüşüm içinde idealize edilen köy ile gerçek sorunların ne oranda örtüştüğü gibi soruların cevaplarını farklı coğrafyalarda, karşılaştırmalı olarak araştırdık. Türkiye’nin 7 bölgesindeki 38 köyde yürüttüğümüz program ile farklı dinamiklere sahip köylerde yaşanan değişimin kırsal hayatı nasıl etkilediğinin izini sürdük.
Kaybolan Değerler Yerine Değişen Değerler
Sorduğumuz ilk soru, kırsalda değişimi tetikleyen kültürel faktörlerin ne olduğuydu. Korumada geleneksel değerlerin “kaybolmasına” odaklanan tartışmalar, sürdürülebilir stratejilerin oluşmasını kimi zaman engelleyebiliyor. Bu nedenle, kültür değerlerini şekillendiren dinamiklerin ne şekilde “değiştiğinin” sorgulanması, uzun vadeli sürdürülebilir politikaların yazımı için en uygun tartışma zeminidir.
Kırsalda kültür odaklı dönüşümü genel bir çerçeve içinde, “kentle olan ilişkisinin değişimi” ile ilişkilendirebiliriz. Köy günümüzde kentten ve kentsel ilişki ağlarından bağımsız düşünemeyeceğimiz, kent ağlarının bir parçası durumunda. Köyü kentsel bir sistemin parçası olarak ele aldığımızda en önemli değişimin aslında “topluluk” ilişkilerinde yaşandığını görüyoruz. Köylünün hem içinde bulunduğu topluluk, komünite hem de parçası olduğu kent toplumuyla ilişkisi vardır. Ancak ekonomik anlamda kentsel üretimin parçası haline geldikçe, toplulukla olan ilişkisini düzenleyen değerler giderek sembolik düzeye iner. Geleneklerin, mekâna dair manevi duyguların, geleneksel ritüellerin, sosyal hiyerarşinin ve topluluğu biraraya getiren normların göreceli olarak kaybolduğu veya önemini yitirdiği görülür. Kırsal alanlarda, kırsal topluluk ilişkilerinde yaşanan bu değişimi şöyle özetleyebiliriz:
- Ekonomik olarak; kırsalda aileler kentsel bir üretim ve tüketim ağının parçası haline gelmektedir. Köy artık kendi kendine yeten özerk bir ada olmayıp, kentle karşılıklı üretim-tüketim ilişkisi kurmaktadır. Bu doğrultuda istihdam arayışı kentlere kaymakta, aile fertlerinin en azından bir kısmının ücretli olarak çalışıyor olması gerekmektedir. Aileler sosyal güvenceyi topluluk içindeki geleneksel bağlarla değil, kamu destekli kurumsal yapıda bulmaktadır.
Kırsal üretim, ancak kentsel ağlarla uyum içindeki merkezlerde devam edebilmektedir. Özellikle yeni üretim yaklaşımları ve sosyal girişimcilik modelleri kırsalda da uygulanabilir bir hale gelmiştir. - Mekânsal olarak; köyler giderek kent merkezlerinin uzantısı haline gelmekte, özellikle merkeze yakın köyler, kentin banliyösüne dönüşmektedir. Büyükşehir yasasının ardından mekânsal düzenlemelerle ve kentsel hizmetlerin kırsala yayılmasıyla bu değişim daha görünür olmuştur.
- İşlevsel olarak; köyler kentteki kullanımların etkisi altındadır. Başta rekreasyon olmak üzere kentin işlevsel ihtiyaçlarına yönelik kullanımlar, köylerin yaşamını ve üretimini belirgin biçimde şekillendirir.
- Sosyal olarak; topluluk ve toplum ilişkilerinin iç içe geçtiğini, köyü artık sadece topluluk olarak tanımlayamadığımızı görmekteyiz. Buna bağlı olarak topluluk ilişkilerini düzenleyen geleneksel değerler değişime uğramakta; köy hayatında sembolik rolü işlevsel rolünün önüne geçmektedir.
Tüm bu faktörlere bağlı olarak; kültürel anlamda da köylerde kentsel alanlarda izleyebildiğimize yakın bir değişim olduğunu söyleyebiliriz. Giderek daha geniş bir ağın parçası haline gelip, bu ağın ortak küresel, ulusal kültürel değerlerini benimsemesinin yanı sıra, kendini ağın içinde farklılaştırmaya çalışan köylerde yerele özgü kültürel değerlerin önem kazandığını görüyoruz. Tıpkı kentlerimiz gibi köyler de küreselleşme ve yerelleşme süreçlerini birarada yaşıyor; böylece yerel kültür, sürdürülebilir gelişim politikalarının anahtarı haline geliyor.
Kırsalda Koruma Nasıl Gerçekleştiriliyor?
Programın izini sürdüğü ikinci sorun kırsalda korumanın ne şekilde, hangi dinamiklerin etkisiyle gerçekleştiğiydi. Bilindiği üzere, korumacılık faaliyetlerinin yaygın biçimde uygulanabilmesi için ekonomik, politik ve kültürel bir kapasite birikimine ihtiyaç duyulur. Bu kapasite kültüre bağlı sektörlerin geliştiği, ekonomik ve sosyal hareketliliğin fazla olduğu kentlerde yaratılabilir.
Kırsal alanlardaysa korumaya dair bu tip bir kapasite birikiminin oluşmadığını görüyoruz. Köylerde geleneksel dokuların korunmuyor olması, sadece yaşayanların bilinç eksikliğiyle açıklanamaz. “Neden koruyoruz?” sorusuna kentsel alanlar için verebileceğimiz cevapların pek çoğunu kırsal alanlar için veremeyiz. Uygulamaya yönelik bir yaklaşımla ele alındığı zaman, kırsal alanlarda koruma faaliyetlerini destekleyecek ve tabanda sahiplenilmesini sağlayacak itici güçlerin pek çoğu bulunmuyor. Hali hazırda koruma çalışmalarının sürdüğü köyleri inceleyerek koruma kapasitesinin köylerde, hangi dinamiklerle ortaya çıktığını anlayabiliyoruz.
Koruma çalışmalarının en çok, sembolik bellek merkezlerine dönüşen köylerde yaygın olarak devam ettiği gördük. Köyler her ne kadar kentlere göç vermiş olsa da köy topluluğunun kentlerde yaşayan üyeleri için köy hâlâ “ata toprağı”, “baba evi” olarak sembolik bir değer taşıyor. Köyler bayramlarda “dönülen” bir mekân; bazıları için akrabaların yaşadığı, bazıları için çocukluğunun geçtiği, bazıları içinse yitirdiği aile fertlerinin mezarının bulunduğu bir yer olarak, topluluğu birarada tutan kolektif belleğin kaynağı. Bu sembolik değerin sürdürülmesine dayalı koruma çalışmaları, yapılan saha incelemeleri içinde en dikkat çekici olanıydı.
Korumayı tetikleyen ikinci bir etkenin ise turizm olduğu görüyoruz. Son yıllarda bazı turizm odaklarının merkezlerden uzaklaşmasıyla kırsal alanlarda turizmin potansiyeli artmaya başladı. Özellikle yerel yönetimler ve kamu idareleri kırsal alanların daha görünür olmasıyla koruma çalışmalarını hızlandırdı; ana stratejilerini bu model çerçevesinde geliştirmeye başladı. Kırsal alanlarda bulunan anıtsal nitelikteki yapıların restorasyonu, alt yapı çalışmaları ile sivil mimari yapılarının restore edilerek konaklama, yeme-içme mekânı olarak işlev kazanması ve sokak sağlıklaştırma çalışmalarını bunların arasında sayabiliriz.
Alternatif Bir Yaşam Alanı Olarak Köy
Korumayı tetikleyen üçüncü bir etken, kentin alternatif yaşam uzantısına dönüşen köylerde görülmekte. Kent merkezlerinde özellikle kültürel dönüşüm süreci sonrasında korumanın önemli itici güçlerinden biri yeni orta sınıfın değişen tüketim alışkanlıkları ve yaşam alanlarını farklılaştırma çabasıdır. Saha çalışmaları, benzer dinamiklerin belirli kırsal alanlarda etkili olduğunu gösterdi. Yerel dokusu korunmuş, tarihi karakteri olan, büyük kent merkezlerine ulaşımı kolay kırsal yerleşimler, doğal ve sakin hayat arayışı içindeki kentli orta sınıf için “alternatif yaşam alanlarına” dönüşmüş durumda. Bu süreç aynı zamanda aşağıdan yukarı işleyen koruma hareketini de besliyor.
Sonuç olarak; ÇEKÜL Kırsal Miras Programı, köylerin hangi durumlarda kültürel canlılığını korumaya devam ettiğinin, “yaşadığının” ortaya konulmasını hedefledi. Çalışmada saha incelemeleri yapılan 38 köyün birbiriyle karşılaştırılmalı değerlendirmesi, bize hangi etkenlerin köylerin sosyal, kültürel ve ekonomik canlılıklarını sürdürebildiklerine yönelik de fikir verdi.
Bir Köy Nasıl Yaşar?
Yaşayan köylerin en büyük ortak özelliği mekân aidiyetini koruyor olmaları. Mekân aidiyetinin korunması, köy halkının artık köyde yaşamıyor olduğu durumlarda bile, kendisini “oralı” olarak görmesi ve köye katkı sağlamayı sürdürmesi anlamına geliyor. Bu bakımdan “kırsalın yaşaması” fikri, kırsal topluluk ilişkilerinin yaşamasıyla doğru orantılıdır. Başka bir ifadeyle; köyün yaşaması için köylü topluluğunun bağları korunmalıdır. Köy, mekânsal olarak bu bağı yaratan bellek ögesi olduğundan, köye dair mekân aidiyetini yaşatan köyler ayakta kalabiliyor. Apçaağalı bir katılımcının çok net ifadesiyle: “Biz gurbete gideriz ama sılayı unutamayız ki…”
Mekân aidiyetini koruyan araçların başında, işbirliğine dayalı örgütlenmeler geliyor. Köy topluluğu içinde ve yaygın sivil toplumla işbirliği ağları kurabilen köyler “yaşamaya” devam edebiliyor. Kültürel anlamda yaşayan ve canlı kırsal yerleşkelere bakıldığı zaman, sosyal birikimin aslında köylerin varlığının temel kaynağı olduğunu görürüz. Basit bir örnekle; köy halkının birbirine sahip çıktığı, işbirliğini sürdürdüğü, imece kültürünün devam ettiği köylerin yaşadığını söyleyebiliriz. Tarımsızlaşma döneminde pek çok köy ekonomik birikimini, politik gücünü, üretim kapasitesini, doğal kaynaklarını yitirme sürecine girdi. Bu bakımdan sosyal birikim, dönüşüm içindeki köylerde geriye kalan yegâne kaynaktır. Yaşayan, canlı ve kendine yetebilen köylerde, bu sosyal birikimin ekonomik, politik veya mekânsal kaynağa dönüştürülebildiğini görüyoruz. Bu köylerde güçlü sosyal bağlar, işbirliği, ortak güven; yaygın kurumlarla köprüler kurmanın aracı haline gelerek gelişim sağlıyor.
Örneklerde karşımıza çıkan tablo, insana ve yerele dokunmayan yaklaşımların sürdürülemez olduğudur. Değişim modelinin başarısı ister turizm ister kentsel servis ister kırsal üretim kaynaklı olsun; yarattığı sonuçların topluluğa ne denli dokunduğuyla ne ölçüde bağlantılı olduğuyla ölçülebilir.
Buradan yola çıkarak köylerin yaşatılması için yaygınlaştırılabilecek ideal bir model olmadığı, ancak ideal bir koşul olduğu sonucuna varabiliriz. Bu sonuç sürecin aşağıdan yukarıya, yerelden işletilmesinin gerekliliğidir. Kırsalda istihdam yaratan, yerelin sahiplendiği, yerelin deneyimini kullanan, yerele fırsatlar sağlayan, yerelin değerlerini benimseyen modeller köyleri yaşatmada etkili olmuştur. Kırsalda yapılacak koruma uygulamalarında da öncelik, köydeki yapıların korunmasının yanı sıra köyde eğitim programlarının, sosyal hizmetlerin, kültürel fırsatların ve kurumsal alt yapının geliştirilmesi olmalıdır.