Ana içeriğe atla
Avrupa'nın İlk Durağı: Sirkeci Garı

Avrupa'nın İlk Durağı: Sirkeci Garı

29.11.2019

Yazan: Sena Durmaz - ÇEKÜL Anadolu Araştırmaları Koordinatörü, Sanat Tarihçi
Yerel Kimlik Dergisinin 59. sayısında yayımlanmıştır. (sayfa: 4-11)

 

"Günler geçtikçe tepeler biraz daha kuruyup kavruklaşıyor, trenin hızı azalıyor, istasyon şeflerinin bıyıkları daha da uzuyor, üniformaları daha da dökülüyor, sonunda parlak yeşil bir denizle sarı, güneş yanığı kayalıklar arasında yol alıyoruz. Ansızın tren, hardal rengi çökük duvarlar arasına sıkışıyor, hat çöp yığınlarıyla selviler arasından geçiyor. Lokomotif durdu duracak derken yan hatta geçmiş gibi belli belirsiz duruyor. Burası mı? Hayır, evet burası İstanbul olmalı."

Doğu Ekspresi, John Dos Passos

İstasyon binaları detaylı incelendiğinde kaçınılmaz olarak dönemin genel ve yerel mimari yaklaşımlarını yansıttıkları görülür. Öyle ki, Cumhuriyet Dönemi öncesinin istasyon binaları yabancı şirketler tarafından inşa edildiği için bir taraftan Avrupa’nın pek çok kentinde görülebilecek istasyon binalarıyla benzerdir; diğer yandan zaman ve mekân boyunca mimari çeşitlilik gösterir.

19. yüzyıl Avrupa sanat ortamını etkileyen faktörlerden biri de sanatçıların yapmış oldukları geziler olmuştur. Demiryollarının ve buharlı gemilerin çoğalması ve gezi koşullarının düzelmiş olması önceki dönemlere oranla daha çok gezginin Avrupa dışına çıkabilmesine, dolayısıyla aydın ve aristokrat kesimin bu ülkelerin maddi kültür varlıklarıyla karşılaşmasına yol açmıştır. Orient Express’in ortaya çıkışı, farklı kültürden insanların Doğu gezilerini bu yolla yapmalarına sağlamış, gezip görülerek kültürel farklılıklar tespit edilmiş ve bu sayede Batı dünyasının yarattığı egzotizmin ne kadarının gerçek ne kadarının hayal olduğu anlaşılmıştır.

Konumu ve özgün mimarisiyle önem taşıyan Sirkeci Garı, Avrupa demiryolu ağının son noktası olarak da özel bir yere sahiptir. Bu gar, inşa edildiği dönemde Batılılar tarafından “Doğunun kapısı”, Osmanlı toplumu içinse “Batıya açılan kapı” olarak nitelenmekte ve Avrupa’dan gelenleri oryantalist bir üslûpla karşılamaktaydı. Sirkeci Garının karşı kıyısında yer alan Haydarpaşa Garı ise Anadolu’dan gelenleri Batı etkisiyle sarmalamaktaydı. Böyle bir denge içinde gar binasının bulunduğu konum, çevresini de etkileyerek gelişti. Günümüzde de etkin olarak seferlerin düzenlediği Sirkeci Garı, bünyesinde Marmaray Banliyö Tren Hattını barındırıyor.

Yapının mimarı August Jasmund, Alman hükümeti tarafından Türk Mimarlığını incelemek amacıyla Türkiye’ye gönderildi; Jasmund, 1888-1890 yıllarında Sirkeci Garını inşa etti. Gar binası 3 Kasım 1890’da hizmete açıldı. Aynı zamanda Hendese-i Mülkiye'ye mimari tasarım dersi veren Jasmund’un, okulda öğrencisi olan, 1891'de okulu bitirdikten sonra asistan olarak yanına atanan Mimar Kemalettin’nin de yapı üzerinde çalıştığı biliniyor. Mimarın bu yapıyı yakından tanıdığı, biçimlemesinden etkilendiği, hatta yıllar sonra tasarladığı Evkaf- Hümayun Nezareti ve Edirne Garı gibi yapıların, bu etkiyi kanıtlayacak derecede, Sirkeci Garından izler taşıdığı görülebilir. Jasmund’un seçmeci yaklaşımının yanı sıra, yeni yapım yöntemlerinden yararlandığı da bilinir. Bu tavrının en açık örneğiyse, Sirkeci Garıdır.

Yapı esas olarak oldukça basit bir gar yapısının mekân gereksinimlerini uygun bir şekilde karşılar. Uzun dikdörtgen bir kütlenin ortasında, öne çıkarılarak üç kat yükselen giriş bölümünün her iki ucunda yine çıkıntı yaparak yükselen ve kuleyi anımsatan bölümler yer alır. Orta bölümde bulunan giriş bölümü diğer kanatlara göre daha hacimli ve gösterişlidir. Bu yüksek üç bölüm birbirine tek katlı, alçak iki kanatla bağlanır. Burada kademeli bir alçalma görülür. Cephede giriş bölümü, kenardaki kuleler ve bağlantı kanatları ayrı ayrı ele alınabilir. Yapının ana orta mekânı, genişçe kare bir düzendedir; yolcuların bekleme alanı olarak düşünülmüş ve kullanılmıştır. Diğer kanatlar da bölümlendirilerek işlevsel hale getirilmiştir. Cephe tasarımında, dikdörtgen panolarla sınırlandırılmış tuğla dizisinin, neredeyse cephenin yarısını karşıladığı görülür. Geri kalan bölgeler duvar yüzeyi boyanmış bir şekilde devam eder. Bugün pembe tonlarda olan duvar rengi, yapının özgün rengi değildir.

Yapıda dikkat çeken pencere ve kemer düzenlemeleri Osmanlı mimarlığında pek karşılaşmadığımız sivri at nalı kemer silmeler içine alınmıştır. Süsleme elemanlarında saçak kornişler için eğrisel motiflerin kullanıldığı görülür. Stilize palmet motifli korniş, klasik Osmanlı mimarlığında ve 19. yüzyıla tarihlenen birçok oryantalist yapıda kullanılmıştır ama aynı etkiyi uyandıran bu yapıdaki kornişler, palmet değil, birtakım farklı eğrisel motiflerden oluşmaktadır. İç mekânda süsleme unsurları eklektik üslûptadır. Kemer çeşitleri, sütun başlıkları, vitray pencereler, kapıları çerçeveleyen süsleyici kemer düzenlemeleri, plasterler bunların tümünde seçmecilikten söz edilebilir.

Sirkeci Garı, oryantalist elemanların ve motiflerin çeşitlilikte kullanıldığı anıtsal bir başkent yapısı olma niteliğiyle öne çıkar. Oryantalizmin ilginç bir şekilde rasyonalizmle örtüştüğü görülür. Askeri, teknik ve toplumsal gelişmelerin yeni kurulan Osmanlı topraklarındaki kurumlarda göz ardı edilmemesi Batılı rasyonalizmin Osmanlı tarafından benimsenmeye çalışıldığını gösterir. Oryantalist romantizmin “egzotik” olarak algılandığı Batı’nın tersine Osmanlı’da dünyaya, tarihe, tekniğe ait geleneksel bakışın yerine, ilerici ve rasyonel bir bakışı temsil eden yenilikçi bir üslup olarak algılanmış olduğu iddia edilebilir. Bu yönden bakıldığında oryantalizmin sadece bir Batılı fantezi olarak kalmadığı, rasyonaliteyi de temsil ettiği anlaşılır. Oryantalizm devletin resmî mimarisine dönüşmemiş olmasına rağmen, Turgut Saner’in de belirttiği gibi “İstanbul’da oldukça ciddiye alınmış ve Avrupa’da kazanmış olduğu egzotizm esprisinden mümkün mertebe arınarak İmparatorluğu temsil eden modern binaların üslubu olmuştur”.

Büyük bir görkemle açılan Doğu ve Batı’nın sentezini yakalayan böylesi bir yapı, bulunduğu mekân gereği sarayın, surların ve denizin kenarında İstanbul silueti içinde kendini kalıcı hale getirmişti. Şu an ise yapının denizle bağı kalmamış, kaybolan yapıların arasında kendini korumaya çalışan bir yapı haline gelmiştir. Tüm bu şartlar altında Sirkeci Garı hizmet vermeye devam ederken, gerekli koruma çalışmaları devam etmektedir.

 

Kaynaklar:

N. Yıldıran, İstanbul'da II. Abdülhamid Dönemi (1876-1908) Mimarisi, Mimar Sinan Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Sanat Tarihi Anabilim Dalı Basılmamış Doktora Tezi, İstanbul 1989
S. Çetintaş, Mimar Kemalettin, Mesleği ve Sanal Ülküsü, Güzel Sanatlar,1944
M. Sözen, Cumhuriyet Dönemi Türk Mimarisi, İstanbul, 1996
T. Saner, 19. Yüzyıl İstanbul Mimarlığında “Oryantalizm”, İstanbul, 1988
S. Germaner - Z. İnankur, Oryantalistlerin İstanbul’u, İstanbul, 2008

Tüm Makaleler