Allı Pullu Karadeniz Çektirmeleri
Prof. Dr. Ufuk Kocabaş - İstanbul Üniversitesi Sualtı Kültür Kalıntılarını Koruma Anabilim Dalı Başkanı
Yerel Kimlik Dergisinin 62. sayısında yayımlanmıştır. (sayfa: 12-17)
Boğaziçi’nin bıçak gibi akan sularını aşmaya çalışan çektirmenin, nizam topu gibi patlayan tek silindirli motorlarının egzozundan çıkan duman ve kuruma eşlik eden gürültü, yeri göğü inletir, yalı sahiplerini yerinden hoplatırdı. Karadeniz’in hırçın dalgalarıyla boğuşacak kadar güçlü ve çalımlı yapıda olan bu ahşap tekneler, İstanbul’a yakışan rengârenk boyalarıyla bir devre imzalarını atarak, sesiz sedasız denizcilik tarihindeki yerini aldı. Yuvarlak yapılı gövdeleri, yüksek ve geniş pruvaları ile geleneksel Karadeniz formunda, bir dönem deniz ticaretinin olmazsa olmazıydı çektirmeler.
Türk gemi inşa mühendisliğinin duayenlerinden Ord. Prof. Dr. Ata Nutku, çektirmeleri incelediği bir makalesinde “Orta Çağdan kalma langa lunga ırgatları ve Admiralty demirleriyle ancak esir mesaisi ile denizde gezebilmektedirler,” demektedir. Bu tekneler, işletme maliyetleri, inşasında kullanılan kerestenin temininde yaşanmaya başlanan zorluklar, maliyet ve kapasitelerinin yetersiz kalması gibi nedenlerle, 1980’lerin ortalarından sonra yerini küçük ölçekli saç gemilere bıraktı.
Geleneksel Yordam
Tarihin her döneminde deniz ticaretinin merkezinde yer alan Anadolu ve Trakya kıyılarında, babadan oğula geçen bilgi birikimiyle kendine özgü şekil, form ve teknikte tekneler üretilmiştir. Amiral Paris, 1882’de yayımladığı değişik uygarlıklara ait gemilerin sınıflamasında, bizim sularımızdaki tekneler hakkında da ufak bazı bilgiler vermiştir. O zaman için endaze ve genel görünüşleri gösterilmiş bazı tip teknelerin (Pereme, vs.) biçimi tamamen çektirme formuna sahip olup, ölçülerinde büyük bir fark yoktur. “Çektirme”ler, özgün görünüşleri ve geleneksel yordamla oluşmuş ölçüleriyle Karadeniz’in kendine has özelliklerinin ve Karadeniz insanın denizcilik tecrübelerinin sonucudur. Sadece yelken kullanıldığı dönemlerde en revaçta olan tekneler yaklaşık 50 ile 110 ton arasındadır. Teknelerde motorların kullanılmaya başlanmasıyla birlikte 250 ton kapasite, son zamanlarında ise 400-450 tonluk boyutlara ulaşılmıştır. Burmeister & Wain ve denizciler arasında “Doğu Alman” olarak adlandırılan SKL gibi makinelerle özdeşleşen çektirmeler, aile işletmelerine hizmet vermiştir. Özellikle Bartın, Amasra ve Sinoplu ustalar babadan kalma geleneksel yöntemlerle ve büyük emek sarf ederek bu tekneleri balta ve ayak keseri ile inşa etmekteydiler. Ahşap seçiminde de bölgenin ağaçları teknenin uygun yerlerinde kullanılırdı. Gürgen veya tercihen dayanımı iki katı olan meşe omurga, iç omurga ve ıstralyalarda; dişbudak postalar, döşekler, bodoslamalar, kemereler ve kamara inşasında tercih edilirdi. Dış kaplamalarda çam kullanılırsa altı yıl; kestane kullanılırsa 20 yıl ömür biçilmekteydi. Çam, acı suyu olmadığından iyi boya tutma özelliğiyle bilinmekteydi. Bunun tersine kestane ise yapısındaki acı suyu akıtıldıktan sonra bile pek boya tutmaz; bu tekneler hep boyasız görünürdü.
Çektirme Bölümleri
Teknelerin baş taraftaki su hatları dolgun olmasına karşın, kıç tarafın su hatları daha narindir. Baş bodoslamada Admiralti demiri (çapası) yer alır. Pruva kısmında bulunan langa lunga ırgat, özellikle küçük ağaç teknelerde karşılıklı iki kişinin, kolları bir aşağı-yukarı sıra ile hareket ettirmesi sonucu, demir zincirinin sarıldığı kütüğün döndürülmesiyle demirin vira edilmesi için kullanılan bir düzenektir. Pruva kısmında sancak ve iskele taraflarında, kuzine-mutfak ile tuvalet karşılıklı olarak konumlanır.
Onların arasındaki kabinden de teknenin başaltına inilir. Oldukça loş olan bu kısımda, mürettebatın uyuması için ranzalar bulunur. Teknenin ortasında konumlanan ambar kısmı, her türlü yükün taşınması için yapılmıştır. İstanbul kıyılarındaki küçük çektirmeler günlük sebze meyve ihtiyacının karşılanmasında; Marmara Denizinde çalışan görece büyük olanlar ise özellikle Marmara Adasından çıkartılan mermerin, hasat edilen zeytin, zeytinyağı ve Güney Marmara hinterlandında yetişen sebze-meyvelerin nakliyesinde kullanılırdı. Ambarın üzeri, ambar kapakları ve branda ile deniz suyu-yağmurun girmesini engellemek için kapatılırdı. Teknenin pupa kısmında yer alan, onu kumanda etmek için kullanılan yekesinde dümen tutmak açık havada gerçekleştirilirken, tekne boyutlarının büyümesi ile beraber önce küçük bir kabin, boyut büyümesine koşut olarak da kaptan köşkü diyebileceğimiz iki katlı köprüler inşa edilmiştir. Zaman içinde, iki katlı kaptan köşklerinin inşa edilmesiyle beraber, dümen sistemleri de değişir. Kaptan köşkünün altındaki mekân da bu değişikliklere paralel olarak tayfaların yemekhanesi ve mutfağa dönüştürülür. Hemen alt kısım ise makine dairesi olarak kullanılmaktadır. Hemen hepsinin bir filikası vardır. Bunlar, alargada demirlediklerinde kıyıya çıkmak için ya da kıçtankara rıhtıma yanaştıklarında palamarı kıyıya bağlamak için kullanılır.
1960’larda 2500 adet limana kayıtlı çektirme olduğu bilinmektedir. 30 yıl öncesine değin denizlerde hemen hemen tek nakliye aracı olarak görev yapmıştır. Karadeniz koşullarına uygun bir modelde inşa edilen çektirmeler, tüm kıyılarımızda uzun süre kullanılmıştır. Yine özgün Karadeniz formu olan Takalar da şiddetli karayel fırtınalarına dayanabilecek model ve boyutta olmalarına karşın, fırtına sırasında karaya çekilebilecek kadar da hafif ve küçüktür. Karadenizli denizciler “üçerleme” ya da “üçleme” olarak bilinen üçlü dalgadan faydalanmasını da bilmiştir. Örneğin, ana yardım yolu Karadeniz Bölgesi olan Kurtuluş Savaşı sırasında, takalarla taşınan cephane Karadeniz’de genellikle dere ağızlarına boşaltılmıştır. Babası, babasının dedesi de ahşap tekne inşa ustası olan Âdem Saruhan, 1985 yılında Prof. Dr. Önder Küçükerman ile yaptığı söyleşide, üçlü dalgalardan nasıl faydalandıklarını açıklar: Açık suda bekletilen tekne, üçleme geldiği zaman dalgaya kaptırıp kıyıya bastırılır. On beş dakika sonra gelecek olan üçlemeye kadar cephane boşaltılıp bir sonraki üçlemenin geri çekiş etkisiyle sahilden uzaklaştırılır. “Konuk sevmeyen deniz”in insanları, Karadeniz’in hırçınlığıyla da nasıl baş edeceğini öğrenmiştir. Karadenizli tekne yapımcılarının uygun forma ulaşmalarında en önemli nokta hem usta hem kaptan hem de denizci olmalarıdır. Geleneksel formu denizin zorluklarını görerek, çilesini çeke çeke bulmuşlardır.
Ayvansaray Kalafat Yeri
Çektirmelerin inşası kadar bakım, tutum ve tamiri de büyük zorluklarla gerçekleştirilirdi. Çektirmelerin yıllık bakımları, Ayvansaray sahilinde, Halicin ve İstanbul’un en büyük kalafat yerinde yapılırdı. İstanbul’un en meşhur çekek ve kalafat ustaları, çektirmeleri kızağa alıp karaya çekmek, kalafatladıktan sonra denize atmakta mahirdiler. Teknelerinin bakımını bir an önce yaptırmak, navlun peşinde koşan kaptanların da maharetindeydi biraz. Sabırsızlığı ve kimseyi boş durdurmamasıyla bilinen dedem Kocabaş Kaptan da bunlardan birisiydi. Teknenin altındaki kekamozu temizletmek, boyayı kazımak, kalafat, boya, zift, zehirli derken “hadi kesimim” diyerek işlerin hızlıca yapılmasını temin edermiş. Çünkü gemi kalafat yerinde kaldıkça seferden geri kalır ve günlük toprak kirası verilir; 4-5 gün süren kalafat için işçilerinin hüsnüniyeti geçerli olurmuş. İstanbul’da hiçbir arsanın bir kalafat yeri kadar verimli olmadığı da o dönemler için söylenmektedir.
Neslinin Son Temsilcisi
Haliçte bulunan eski Hasköy Tersanesi, günümüzün Rahmi Koç Müzesi, son çektirmelerden birine ev sahipliği yapmaktadır. 1861 yılında Şirket-i Hayriye tarafından kendi gemilerinin bakım-onarımı için kurulmuştur bu tersane. Günümüzde ise Tekel 15 isimli, neslinin son örneklerinden biri müzede sergilenmektedir.
Bu teknelerin benim için ayrı bir nostaljik değeri vardır. Çocukluğumda babam, 5 metrelik teknesiyle İstanbul-Marmara Adası arasındaki seyrimizde yakalandığımız bir fırtınada, “Korkma, bize denizde ölüm yok,” demişti… Kendi çocukluk yıllarında, çektirmede yaşadığı anısını bir gün benimle paylaştı: Kaptan dedemin 3 çektirmesi olmuş; Yıldır, Yıldır Yiğitler ve Uğurlu. 1944 yılının Ocak ayında, çok fırtınalı, karlı bir kış gününde dedem Kocabaş Kaptan, iki amcam ve teknede miço olarak aileye yardım eden babam, Kapıdağ Yarımadası önlerinde 80 tonluk çektirmeleriyle fırtınayla boğuşmaktadır. Müthiş bir kar fırtınası, donmuş çarmıklar ve yönünü bulmakta zorlanan bir tekne... Aile fertleri bitap, kaptan dedem dümeni henüz 13-14 yaşında olan babama vermiş ve yorgunluktan bir an içi geçmiş. O anda bir ışık huzmesinin içine giriyor tekne; her yer gecenin karanlığında bembeyaz, zaman donuyor. Babam dedemi uyandırıyor ve olanları bir çırpıda anlatıyor. Dedem bunun “inayet” olduğunu ve bu fırtınadan kurtulacaklarını söylüyor. Gerçekten de tekne batmadan kurtuluyorlar ve Kapıdağ Yarımadasında sığındıkları koyda bir hafta yoğun kar yağışı altında, geminin yükü olan patatesi tuzlu suda haşlayıp yiyerek hayatta kalıyorlar. “Gemici nuru” olarak da bilinen bu doğa olayı, Antik Çağda “Aziz Elmo Ateşi” olarak isimlendirilmiştir. Sonradan, o geceki fırtınada Bandırma yakınlarında seyreden Trak yolcu gemisinin Aya Andria Feneri önlerinde battığını ve kaptan dâhil 25 mürettebatın hayatını kaybettiğini öğrenirler.
Eminönü, Karaköy önlerini gösteren siyah-beyaz Haliç fotoğraflarından aşina olduğumuz birbirine teğet geçen salaş sandallar, mavnalar ve çektirmeler sanatçıların da tuvallerine yansımıştır. Feyhaman Duran, Cemal Tollu gibi ressamlar çektirmeleri ve liman insanlarının hayatlarını konu edinmişlerdir çoğu kez. Döneminin en geniş çektirme filosuna sahip olan ve Marmara Adasında yetişen İsmet Değirmenci de, bu tekne cümbüşüne kayıtsız kalamayan günümüz sanatçılarındandır. Gündoğdu Köyünde babalarının, dedelerinin seferden dönmesini hasretle bekleyen çocuklara denizde oynamaları için yapılan teneke gemiler sanatçının ilgi odağında olmuştur.
Çektirmelerde yetişmiş bir grup yaşlı denizci ve meraklı ise sosyal medyada bu tekneleri anılarda yaşatmaya çalışıyor. Çektirme hayranlarından biri olan çocukluk arkadaşım İlker Tomba, miller ötesinden hangi çektirmenin yaklaştığını tahmin etmekte çok mahirdi. Her biri diğerine benzer özellikteki gemilerin farklılıklarını çok iyi bilir, gemi yaklaşıp görünür olduğunda da hep haklı çıkardı. Bir döneme şahitlik yapmış bu teknelerin artık sadece maketleri yapılıyor meraklıları için. Neslinin son temsilcilerinden birkaçı gezi teknesi olarak kullanılıyor. Bir elin parmakları kadar kalan bu ahşap tekneleri koruyabilirsek, denizcilik tarihimizde önemli bir rol oynamış Karadeniz çektirmelerinin anılardan ve hafızalardan silinmesini önlemiş olmaz mıyız?
Kaynakça
Kafalı K., 1955, Türkiye Sularında Çalışan Hafif Tekneler: Takalar. Gemi Mecmuası, 1: 12-19.
Küçükerman Ö., 1985, Taka ve Denizin Hakkı. Turing, 1984-85, 73/352: 8-46.
Müller-Wiener W., 1998, Bizans’tan Osmanlı’ya İstanbul Limanı, çeviri E. Özbek. İstanbul.
Nutku A., Küçük F., 1963, Türk Kıyı Tekneleri I “Çektirme”, “Gulet”. İTÜ Gemi Enstitüsü Bülteni, 8: 1-36.