Göreme Milli Parkı ve Kapadokya İnsanlığın Ortak Değeridir
Yazan: Namık Kemal Döleneken - GBB UNESCO Dünya Mirası ve Alan Yönetimi Danışmanı, ÇEKÜL Akademi Eğitimcisi, Şehir Plancısı
Son günlerde Kapadokya Sit Alanı içinde yapılmakta olan yol inşaatı tartışma konusu oluyor. Bölge 1985 yılında UNESCO Dünya Mirası Listesine “Göreme Milli Parkı ve Kapadokya” olarak karma (doğal ve kültürel) kategoride kabul edildi. Pamukkale-Hierapolis antik kentiyle birlikte, ülkemizden listeye giren iki karma alandan biri.
Kapadokya Sit Alanı, Kültür ve Turizm Bakanlığı belgelerinde şu özellikleriyle tanımlanıyor: “Kuzeyde Kızılırmak, doğuda Yeşilhisar, güneyde Hasan ve Melendiz Dağları, batıda Aksaray ve kuzeybatıda Kırşehir ile sınırlanan Kapadokya bölgesi, Kalkolitik Dönemden beri devamlı yerleşim alanı olmuştur. Alanın en önemli özelliği, Erciyes Dağı ve Hasan Dağı tüflerinin, rüzgâr ve su aşındırması sonucunda oluşan olağanüstü kaya şekilleri ve kışın ılık, yazın serin olan ve bu nedenle her mevsim için uygun iç iklim koşulları taşıyan kayaya oyma mekânlardır.
Göreme, özellikle 7-13. yüzyıllar arasında baskılardan kaçan Hristiyanların yerleşmesiyle Hristiyanlığın önemli bir merkezi hâline gelmiştir. UNESCO Dünya Miras Listesinde yer alan alanlar içinde; Göreme Milli Parkı, Derinkuyu ve Kaymaklı Yeraltı Şehirleri, Karain Güvercinlikleri, Karlık Kilisesi, Yeşilöz Theodoro Kilisesi ve Soğanlı Arkeolojik Alanı yer almaktadır.”
Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Dünya Miras Sözleşmesine taraf bir ülke olarak UNESCO Doğal Miras Listesine giren varlıkları koruma taahhüdünü vermiştir ve ilgili yasal düzenlemeler ile uygulamaları yapma zorunluluğu bulunmaktadır.
Özel bir yasayla kurulan Kapadokya Alan Yönetimine ve sınırsız yetkilerle donatılan Kapadokya Alan Başkanlığına, ne yazık ki UNESCO Dünya Mirasına ilişkin hiçbir görev verilmediği söz konusu belgelerde görülmektedir. Taraf olduğumuz ve Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde onaylanan tüm uluslararası sözleşmelerin iç hukuk belgesi olarak kabul edilmesi yasal bir yükümlülüktür. Bu nedenle mevzuatında doğrudan söz edilmemiş olsa bile koruma ve alan yönetimine ilişkin tüm kurum yetkilerinin Alan Başkanlığına devredilmiş olması, UNESCO Dünya Mirası Sözleşmesine uygun koruma kararlarının başkanlık tarafından alınması ve uygulamalarda bunun gözetilmesi zorunludur.
Dünya Mirası Konvansiyonunun uygulanması için İşlevsel Kılavuzun 172. Maddesinde şöyle söylenmektedir:
“Dünya Mirası Komitesi; konvansiyona taraf devletleri, konvansiyon kapsamında korunan bir alanda varlığın istisnai evrensel değerini etkileyecek önemli restorasyon çalışmaları veya yeni yapılara ilişkin projeleri gerçekleştirmeye veya bu konuda yetki vermeye dair niyetlerini sekretarya vasıtasıyla komiteye bildirmeleri için davet eder. En kısa sürede (örneğin, belirli projeler için taslak dokümanları hazırlamadan önce) ve geri dönmesi zor bir karar almadan önce tebligatta bulunulmalıdır, böylece komite varlığın istisnai evrensel değerinin tamamen korunmasını sağlamak amacıyla uygun çözüm arayışında yardımcı olabilecektir.”
Yukarıda açıkça görüleceği gibi; “dünya mirası” olan bir alanda, alanın istisnai evrensel değerini (OUV) tehdit edebilecek, etkileyebilecek her uygulama için proje henüz taslak aşamasındayken Dünya Miras Komitesine başvurmak ve süreci onlarla birlikte yürütmek gerekmektedir.
Ancak ne yazık ki son dönemlerde ülkemizde UNESCO Dünya Mirası kabul edilen varlıklarda (Örneğin; Divriği Ulu Cami ve Selimiye Camisi), çok önemli restorasyon uygulamalarında bile Dünya Miras Komitesiyle işbirliği yapılmamıştır. Nitekim Ayasofya’nın ibadete açılmasında yine komiteye bilgi verilmemiş olması UNESCO tarafından eleştiri konusu edilmiştir.
Göreme Milli Parkı ve Kapadokya olarak Dünya Mirası Listesine girilmesine ve UNESCO belgelerinde korumanın milli parklar mevzuatına göre yürütüldüğü yer almasına karşın; bu alan milli park statüsünden çıkarılmış, temel koruma gerekçesi ortadan kalkmıştır. Korumanın yeni dayanağının yeterli bilgisine de erişebilmiş değiliz. Göreme’de canlanması istenen turizmin, ancak doğal ve kültürel varlıklar korunursa sürebileceği gerçeği unutulmuş gibi görünmektedir.
Bunların yanı sıra, UNESCO’nun belgelerinde yer alan tüm tarafların birlikte hazırlayıp ortak karara vardığı alan yönetimi planları yerine, yukarıdan dayatılan projelerle doğal ve kültürel varlıklar üzerindeki tehditlerin giderek arttığı gerçeğinin altını çizmek gerekir. Yetkililerin tüm insanlığın ortak değeri olan bu mirası koruma konusuna hassasiyetle eğilmelerini talep etmek, onları yaşatmak için emek veren hepimizin birincil görevidir.