Bir Çobanın İhbarıyla 52 Odalı Yeraltı Şehrinin Keşfi
Yazan: Prof. Dr. Osman Özsoy - ÇEKÜL Vakfı Kayseri Temsilcisi
*Kayseri Şehir Kültür Sanat Dergisinde yayımlanmıştır.
Gizemli Bir Menfez
Aslında her şey Kayseri Lisesi’nde başladı.
Milli Eğitim Bakanlığı ile Kayseri Büyükşehir Belediyesi arasında bir protokol yapılıp tarihi binanın Milli Mücadele Müzesi yapılması hayata geçirilirken; uzunca sürecek bir restorasyon uygulaması ile çevre düzenlemesi başladı. Daha önceleri Kayseri Lisesi Sineması1 iken yıkılarak öğrenci pansiyonu yapılan yer ile şimdiki Konuk Boğan Mescidi arasındaki bölgede yapılan çalışmalarda dikey bir menfez açığa çıktı. Okul yönetiminin giriş üzerine bir kapak yaptırarak önlem alması ve ziyaretimizde konudan bahsetmeleri üzerine; yerel imkânlarla çok dar olan girişten aşağıya inme yolu arandı. Işık sistemi ve kamera ile elde edilen veriler değerlendirilerek yapının mimarisi anlaşılmaya ve derinliği ölçülmeye çalışıldı. Fakat 2013 yılında devam eden ilgili girişe yakın yeni bir binanın yapılması, duvar oluşturarak okul içi ve dışı park yerlerinin düzenlenmesi bu menfezin ve lise bahçesinde olan diğer bir menfezin daha profesyonel birileri tarafından incelenmesini gerektirdi.
Konuyu ÇEKÜL Vakfı2 Başkanı Prof. Dr. Metin Sözen’le paylaşınca: “Kolay. Bizim Obrukçular3 gelir bakar” dedi. Hâlihazırda Gaziantep Büyükşehir Belediyesi ile çalıştıklarını öğrendik. Ali Murat Yamaç beyle irtibata geçtik. Daha önce defalarca Kayseri’ye ve Kapadokya’ya gelmelerine karşın Kayseri merkezde hiç bulunmadıklarını, programlarının oldukça yoğun olduğunu söylediler. Dikey menfezle ilgili bilgi vererek eldeki verileri paylaşınca “Tamda burada Antep’te livaslarla4 uğraşıyoruz. Acaba livas türü bir yapı belirtisi olmasın? İlginç, tamam, geliyoruz” dedi. Hâlbuki Obruk Grubu daha çok doğal mağaralarla ilgilenmekteydi ve teklifimizi kabul etmeleri bizi şaşırttı. 2013’ün son ayında hem Kayseri Lisesi bahçesini incelemek hem de Kayseri merkez ve merkeze yakın bazı bölgelerde bir keşif gezisi yaparak “elimizde ne var, ne yok” tarzında günübirlik bir çalışma ziyareti ve ön inceleme-keşif gezisi planladık.
Önce Kayseri Lisesi iç bahçe içindeki menfeze bakıldı. Menfezin, sıradan yağmur suyu ve kanalizasyona bağlantı fonksiyonu gördüğü anlaşıldı. Dış bahçede bulunan bir diğer menfeze ise bir düzenek yardımıyla girilebildi. Menfezin, dikey olarak yaklaşık 40-60cm çapında devam ettiği, duvarlarının düzgün kesme taşlarla örüldüğü, zemininin ise biraz daha genişlemesine karşılık zaman içinde üsten, dışardan ve yan duvarlardan akan toprak ve molozla dolduğu, derinliğinin ise 7-8m’ye ulaştığı ölçülmüş oldu. Dolgunun altında yatay bir koridorun olup olmadığı ancak kazı yapılarak anlaşılabilecekti. Daha sonra, yetkililer giriş kapağını sağlamlaştırarak gerekli önlemleri alıp, pasif bir koruma ortamı oluşturdular.
Bu bir günlük ziyareti en iyi şekilde değerlendirmek için daha önceden gideceğimiz yerleri belirleyip “Gerçekten çalışmaya değer mi? Ya da gerçekten bir mağara veya yeraltı şehri var mı?” mantığıyla kısa kısa nokta atışları şeklinde ilgili mekânları yoğun kar yağışı altında ziyaret ettik. Günün sonunda “Bu böyle olmaz. Hem çok yer var hem süremiz kısıtlı. Dolayısıyla planlı çalışalım. Bu işi de protokole bağlayalım, taraflar, yapacakları, sorumlulukları, çalışma takvimleri, gerekli izinler, riskler, çıktılar, raporlar belli olsun” denildi. Böylelikle tarafları Kayseri Büyükşehir Belediyesi, Obruk Mağara Araştırma Grubu ve ÇEKÜL Vakfı olan bir protokol imzalandı.5
Kapadokya Ülkesi6
Hiç farkında olmasak da bu şehirde yaşayan bizler birer Kapadokyalıyız. Tam olarak coğrafik bir sınır söz konusu olmasa da, Aksaray-Niğde-Kırşehir-Nevşehir-Kayseri kentlerini içine alan bölgeye verilen isim Kapadokya. Ve mezkûr illerin bölge sınırı komşularının haritadaki konumlarına bakılırsa Anadolu’nun neredeyse tam orta kısmını oluşturduğunu fark ederiz. Anadolu’nun doğu-batı geçişi arasında doğal köprü olması ve Kapadokya’nın Anadolu’nun tam merkezinde yer alması bölgenin ister barış ister savaş sebepli olsun her türlü göç ve geçişin uğrak noktası haline gelmesine yol açmıştır.
Kapadokya’yı elbette birçok yönüyle inceleyebiliriz. Fakat şu noktada ilgi duyduğumuz başlık; Kapadokya’nın mağaraları ve yeraltı şehirleri. Tabi ki bu deyimler bize ait. Zira geçmişte buraları inşa edenler ve daha sonra kullananalar için doğal ve kültürel bir zenginlik içeren bu yaşam alanları aslında onların belki de evleri, köyleri, kasabaları ve şehirleri. Üstelik tüm bu yapıların sayıları ne kadar kestirmek gerçekten zor, hatta imkânsız. Ama şurası bir gerçek ki her yapılan çalışmayla sayıları artmakta. Akla gelebilecek bir başka soru ise: “Neden Kapadokya ve neden bu kadar çok?” olabilir. Kapadokya’nın peribacası gibi zenginliklerinin ve yeraltı şehirlerinin bu denli sayısız olmasının belki de en önemli nedeni Erciyes dağı olsa gerek. Bilimsel veriler ışığında biraz geriye gitmek her şeyi daha berrak hale getirmekte.
Erciyes dağı sönmüş bir volkan ve İç Anadolu’nun en önemli dağlarından biri. Dağın etrafında, farklı çaplarda ve yüksekliklerde 68 küme volkan konisi bulunmakta. Erciyes’ten püskürtülen gazla karışık tüf malzeme yer yer 100 km uzaklara kadar yayılmıştır. Volkanik sebepli neredeyse düz bir plato şeklinde meydana gelen tabakanın (tüf-iğnimbrit) kalınlığı yüzlerce metreye ulaşmaktadır. Radiometrik yaş tayini yoluyla oluşan kayaçların en eskisi yaklaşık on milyon yıl önceye kadar uzanırken dağ eteklerinden elde edilen örneklerin en genci yaklaşık yüz bin yaşındadır. Buna karşın dağın merkez bacasındaki faaliyet 150-200 bin yıl öncesine kadar devam etmiştir.7 Dağ ve çevresindeki lav sızıntılarının neredeyse Gregoryen Takvimi’nin başlangıcıyla çağdaş olduğu ve hareketliliğin o yıllarda da devam ettiği anlaşılmaktadır.
Erciyes’in bölgenin en yüksek dağı olması, geçmişte zirvesinin parlak ve ışık saçıyor olması birçok kişinin dikkatini çekmiş, kaleme aldığı eserlere bu özellikleri yansıtmışlardır.
“…Tauros yakınında Eusebia (Mazaka)” da denir. Toprakları genelde düz ve verimlidir…Bu kente aynı zamanda “Eusebia” ve ilave olarakta “Argaios’un (Erciyes Dağı) yanında denir…Çünkü burası tepesinde hiçbir zaman kar eksik olmayan dağların en yükseği Argaios’un eteklerinde kurulmuştur ve buna tırmananlar –ki, çok azdır-berrak havada hem Pontos (Karadeniz) hem de Issikos Denizi’nin (Karadeniz) görülebileceğini söylemektedirler…Ayrıca bütün çevredeki toprak düz olduğu halde çok kıraçtır ve çift sürmeye elverişli değildir, kumlu ve altı kayalıktır. Biraz daha ilerleyince içinde ateş çukurları bulunan birçok stadion (yaklaşık 180-200 m uzunluk) uzunluğundaki volkanik araziye gelinir…Çünkü bütün Kappadokia’da hiç kereste olmadığı halde, Argaios’un bütün çevresi ormanlarla kaplıdır…fakat ormanlık bölgenin hemen altında birçok yerlerde ateşler ve aynı zamanda yeraltında soğuk su vardır; fakat ateş ve su yüzeye çıkmaz. Bazı yerlerde de arazi bataklıktır ve geceleri buradan ateş çıkar...fakat burası çoğu kimseler ve özellikle sığırlar için tehlikelidir, çünkü görünmeyen ateş çukurlarına düşebilirler.”6
Kapadokya hakkında özellikle Erciyes’in zirvesinin antik çağlarda ki tasvirlerinde tapınak, mağara-tünel, meşale, ateş ve volkan küreleri kullanılmıştır.8,9
Diğer taraftan Anadolu’yu gezip, aldıkları notları kitap haline dönüştüren gezginlerin bu bölgeler hakkındaki önemli bilgileri bizlere ulaştırdıklarını görüyoruz. Evliya Çelebi Seyahatnamesinde mağaraların kullanım amaçları sıralanırken; eğitim yeri, maden, ambar, ibadethane, barınak, han, hapishane, laboratuvar, fabrika, hapishane, mezarlık, savunma yeri, sakla(n)ma yeri gibi başlıklardan bahsetmektedir.10 Ancak Seyahatname’de özellikle Kayseri için bir mağara bilgisi geçmez.
Bir Fransız doktor olan Paul Lucas’ta Kayseri’de Beştepeler mevkiinde bir mağaradan bahseder. Diğer taraftan C. Texier, Ainswort ve jeolog W.J. Hamiton, araştırmacı G. De Jerphanion, mimar Albert Gabrial ve arkeolog Gertrude Bell gibi gezginler bölgenin daha çok taşınmaz kültür varlıkları, mimarı yapılar ve peribacaları üzerine yoğunlaşmışlardır.
Bölgedeki mağara ve yeraltı şehirlerinin ne zaman yapıldığı veya hangi medeniyetler zamanında inşa edildiği hakkında kesin bir bilgiye sahip olmasak da, birçok eserde ortak kaynak olarak geçen M.Ö. IV.yy’da Xenephon tarafından kaleme alınmış Anabasis’te bölgede kayalara oyulmuş yerleşimlerde yaşayan insanlardan ve Greklerin Kapadokya’dan geçerken bir yeraltı yerleşiminde konaklamasından bahsedilir. Ayrıca Kapadokya ülkemizde keşfedilmiş yeraltı şehirlerinin neredeyse %90’ına sahiptir. Bölgede yapıların en yoğun kullanım periyodu Arap, Sasani ve diğer akımlara karşı savunma ve saklanma amaçlı olarak M.S. VII-XII. yy.’lar arasıdır diye tahmin edilmektedir.5
Bu noktada farklı bir teori ise: nerede bir yeraltı yapısı varsa yakınlarında bir Hitit kaya yazısı da vardır görüşüdür ki buna göre bu yapıların M.Ö. XV yy.’a kadar bir geçmişe sahip olduğu da düşünülebilir.11
Yerüstü-Yeraltı
Yeraltı yapılarının tarihlemesi konusunda net bilgi ve belgelere sahip olmasak da elimizdeki yapıların kabaca sınıflandırmasında bir şeyler söyleyebiliriz. Yeraltı yapıları bilindiği üzere zaman içinde farklı fonksiyonlar üstlenmiş olabilirler. En başta konut ve barınma yeri olarak inşa edilmişken, bir müddet sonra sadece hayvanlar için bir barınak daha sonra samanlık ve tarih içinde tekrar konut gibi değişim ve dönüşüm geçirmişlerdir. İlk inşa edildiğindeki gibi kendini koruyan bir yapıya ulaşmak bu coğrafyada çok zordur. Hatta iç mekânlarda kullanılan ev eşyası, taş baltalar, tarım aletleri, yiyecek, giyecek, kişisel eşyalar gibi buluntular ve iç mekânların duvarlarındaki yazı ve kabartmalar tarihleme konusunda en önemli veriler olmasına karşın, bölgemizde bu tür buluntuları elde etme şansımız yok gibidir. Çok detaya girmeden en çok bilinen Nevşehir yöresindeki yeraltı yapıları ile Kayseri’dekileri kıyaslamak adına şunları söylemek mümkün:
i) Nevşehir’dekiler nispeten çok büyük yapılar. 3-5 bin kişi kapasiteden neredeyse bunun on katı fazlası kapasiteye sahip yerler. Kayseri’dekiler ise bazen bir çekirdek aile kapasitesinden en fazla 1-2 bin kişilik bir nüfusu barındırabilecek nitelikteler.
ii) Yine üzerine çok fazla çalışma yapılmasından ve literatürde ulaşılabilen araştırmalara göre Nevşehir yöresinde bir köy, kasaba ya da ilçede ekseriyetle tek yeraltı şehri yapısı mevcut. Diğer taraftan Kayseri’de hem birbirlerine yakın hem de kapasiteleri farklı olarak bazen küçük bir köyde bile 4-5 adet hatta 10-15 adet yeraltı şehri görmemiz mümkün. Daha da ilginci Melikgazi İlçesine bağlı Ağırnas Mahallesi ölçeğinde düşündüğümüzde aşağı mahalle diye tabir edilen ve Hanönü Meydanı ile Akbin Vadisi arasında kalan, kuzey ve güneyi iki vadiyle sınırlandırılmış bölgenin neredeyse tamamı bir yeraltı şehri olarak karşımıza çıkmakta. Dere yatağı ile mahalle kotunun karşılaştırılması (yaklaşık 40-50 m) yeraltı yapısının bir katman değil çok katmanlı olduğunu göstermektedir.
iii) Nevşehir ve civarında bulunan yeraltı yapıları genelde çok katmanlı ve dikey yapılardır. Kayseri’de rastlanılan yapılar ise genellikle yatay ve tek kat yapılardır. Bu noktada yine Ağırnas’ın tüm yerleşim yerinin altını kapsayan yeraltı yapısı ise ilginçtir ki hibrid (dikey+yatay) yapıdadır. Konutların altında bulunan bazen tek bazen iki üç katlı mağaralar komşu evinin alt sınırına kadar devam etmekte iken anlaşılan o ki mülkiyet ve mahremiyet yaklaşımı ile sonradan geçişler araya duvar yapılmak üzere kapatılmıştır. Duvarların kaldırılması devasa bir yeraltı kentini gözler önüne çıkarmaktadır.
Mimar Sinan gibi bir deha yetiştirmiş, yeryüzünde (yerüstü) yaptığı eserler halen ayakta ve hayranlıkla anlaşılmaya çalışılan Ağırnas’ın neredeyse tamamının 19. yy. ortalarına kadar yeraltında olduğunu düşünmek gerçekten anlaşılması zor bir durum. Bu tarihe kadar yerüstünde acaba hangi yapılar vardı? Yeraltını kullanmak mevsimlerin ve iklimlerin bir zorlaması (yazın serin, kışın sıcak) olarak düşünülebileceği gibi diğer zorlamalar da (saklanma, güvenlik) bu tercihe yol açmış olabilir. Suya ulaşım, tuvalet ve banyo ihtiyacı, dini yapılara duyulan ihtiyaç, hayvanların barınması gibi daha birçok başlıkta yeraltında yaşamla beraber karşımıza çıkan problemlerdir. Kapatma taşlarının güvenliği sağlaması, geçişlerin dar koridorlarla olması, ortak mekânlar, kilerler, aydınlatma nişleri, haberleşme, temiz hava, duman, saman bacaları, yüklükler bu yapıların en belirgin ortak özellikleri arasında yer almaktadır.
Ağırnas’tan Girip Ürgüp’ten Çıkmak
Bu başlığı hiç garipsememek gerek, zira konu mağara ve yeraltı yapıları olunca hep aynı ifadeleri duymak mümkün. Tomarza’dan Ihlara Vadisine, Koramaz Vadisinden Derevenk Vadisine, Erkilet’ten hem de Erciyes altından Develi’ye geçmek duyduğumuz şeyler. Beraberinde yüzlerce efsane, kaybolma, zengin olma gibi hikâyeler hep rastlanılan olgular. Öncelikle şunu açıkça belirtelim ki bu denli büyük veya uzun yeraltı yapı ve tünellerinin varlığı bölgemizde mümkün gözükmemekte. Buna rağmen bunların konuşulmasının bir ve en önemli sebebi; çocuklukta duyulan bu anlatımların insanların oldukça etkisinde kalması olsa gerek. Ayrıca çocuklukta fiziksel kapasite, yürüme mesafesi, büyüklük algısı gibi etmenler bu tür yeraltı yapılarını algılamak içinde doğrudan etkili olmakta. Çocukken rahatça ayakta içinden geçilen bir tünelin yetişkin iken de aynı algıyı yaratmasını beklemek ve bunun ciddi etkisi altında olmak mümkün. Bir yeraltı yapısının keşfini çocukken yapmak, katlar arasında inip-çıkmak, hiç bulunmamak üzere saklanmak, saklambaç oynamak ve bir mağarada neredeyse bir gün geçirmek mümkün iken yine yıllar sonra “şurada bir mağara var bir gün dolaşsanız bitmez” ifadesini de beraberinde taşımaktadır.
Literatürde mağara ve yeraltı yapılarıyla ilgili bilgileri kullanmak, koordinatlar çıkarmak ve bu bilgileri ziyaret edilecek bölgeye ait harita üzerine işaretleyerek araştırma ve ölçüm yapmak çalışmanın ilk basamağını oluşturur. Elbette gelen bir ihbar veya yöre halkının verdiği bilgilerin de dikkate alınması diğer basamağı oluşturur.
Nerede böyle bir çalışma yapılacak olsa yöre halkından en çok yardımcı olan kesim ise çobanlardır. Çobanların, ister çocuk ister yetişkin olsun bölgedeki bazen tüm mağaraların nerede olduğunu hatta büyüklüklerini, detaylarını tarif ettiğini hayret etmeden görmekteyiz. Zor hava şartlarında bu yapılara sığınmak için çoğunlukla mecbur kalmaları, mağara içine giren hayvanların daha derinliklere gitmeleri çobanları tecrübeli hale getirmektedir. Bu arada elbette avcıları da yabana atmamak gerek. Avcılardan da neredeyse bir “delik” gibi çok önemsiz ayrıntıları öğrenip yeni keşifler yapmanın mümkün olduğunu defalarca tecrübe etmek mümkün olmuştur.
Gelelim son gruba: Defineciler. Bu ülkede bu işin bir sektör olduğunu söylesek hiç de abartmamış oluruz. Efsaneler, hikâyeler, işaretler, haritalar, detektörden kazma küreğe cihazlar, medyumlar vb., bütün bu malzemeleri defalarca kullanan, ömrünün büyük bir kısmını bu işlere harcayan, emek-işgücü veren, devamlı bir hayalle yaşayan, bazen yaralanan, bazen kaza geçiren, bazen ölen maalesef sayısız insan yaşıyor ülkemizde. Defineciler bölgenin definecisi olabileceği gibi başka yerden, uzaklardan gelen defineciler de olabilir. İlginçtir ki defineciler nerede olurlarsa olsunlar birbirlerini hemen tanır ve hemen kaynaşırlar. Bir defineci size güvenmezse asla size bilgi vermez, hatta ve hatta sizinle konuşmaz. Mağara ölçümü için ne zaman bir bölgeye gidilse “defineci misiniz?” sorusu ekibe yöneltilen ilk sorulardan biridir. Tomarza’da kendi köyündeki yeraltı şehirlerini göstermek için yardımcı olan bir kişi ölçüm işi tamamlandıktan sonra ayrılırken günün sonunda: “Aslında bir yeraltı şehri daha vardı ama onu size göstermedim. Sizi şu dakikaya kadar defineci zannettim. Şimdi anladım ki defineci değilsiniz. İsterseniz yerini göstereyim.” dedi.
Definecilik konusunda aslında söylenecek çok şey olmasına karşın yeri gelmişken ilave olarak bir iki noktayı daha vurgulamakta fayda var. Maalesef ülkemizde iki şey çok fazla: İnsan ve tarihi-doğal-kültürel eser, miras. İlginçtir ki ikisinin de çok kıymeti yok ya da böyle bir algı var desek çok abartmış olmayız herhalde. Sıradan bir mağara ziyaretinde bulunanların da duvarlarda kendinden bir yazı bırakma, imza atma, boyama âdetinin kanıksandığı bir zamanda yaşadığımızı tecrübe ederek görmekteyiz. Hal böyleyken özellikle definecilerin kaçak kazılar yaparak yapılara, mimariye, tarihi eserlere, doğaya verdiği tahribatlar geri dönüşü ve telafisi mümkün olmayan cinsten. En basit bir örnekle, yekpare bir kaya bloğunun, mermerin, sütunun içinde bir şey olduğunu düşünüp, onu kırıp daha sonra da bir şey olmadığını görünce öylece bırakıp giden binlerce defineci var ülkemizde. Hâlbuki 21. yüzyılın teknolojisiyle bile bizlere fark ettirmeden bir mermer sütunu ikiye ayırıp içine bir şey koyup daha sonra parçaları yapıştırmanın mümkün olmadığını bilmekten uzak bir bakış açısıyla ve irrasyonel bir mantıkla karşı karşıyayız.
Söylemeden geçemeyeceğim: Basına yansıyan “Bir çobanın ihbarı ile 52 odalı yeraltı şehri keşfedildi” haberi ile hiç tanımadığım bazı defineciler araya tanıdıkları koyarak Türkiye’nin birçok şehrinde yeraltı şehirleri bildiklerini fakat giremediklerini, yardımcı olup-olamayacağımızı, olursak zengin de olacağımızı….Evet anlaşılan bu hikaye bu topraklarda hiç bitmeyecek.
Nasıl Ölçülür?
Obruk Grubu gönüllü ve yaptığı işi seven ve en az bir akademisyen kadar ciddiye alıp, sonuçları dünya literatürüne uluslararası toplantılarda sunarak katan bir birliktelik olarak tanımlanabilir. Bu grup için çalışan herkesin profesyonel manada bir işi var yani geçimlerini başka işlerden sağlıyorlar. Ortak boş zaman ya da tatillerde bir araya gelip, ölçüm ve haritalama işi yapıyorlar, bazen yurtdışı faaliyetlere katıldıkları gibi bazen de yurtiçi çalışmalara diğer ülkelerden katılan “mağaracılar” söz konusu olabiliyor.
Teknik manada bir birikim, alet ve cihaz kullanma becerisi, arama ve kurtarma faaliyeti, iple inme ve tırmanma, su altı ölçümleri, mağara içinde ya da dışarda çok uzun kamp yapabilme yetenekleri gibi birçok yeteneğe sahip olan bu grup üyelerinin en korktuğu şey doğal mağara içinde çalışırken, mağara içine sel ve yağmur suyu dolması. Diğer taraftan, Gaziantep ve Topkapı Sarayı ölçümlerinde kanalizasyonun çıkması ve buralarında ölçülmesi çoğu zaman sıradan bir olay olarak kabul ediliyor.
Mağara veya yeraltı yapıları içinde iki omzun aynı anda bir koridora sığmaması durumunda omuzlardan biri önde biri arkada devam edilecek kadar dar yerlere girilmektedir. Dolayısıyla halen modern teknolojiyle (3D Tarayıcı) dahi bu kadar ince ve hassas bir ölçüm mümkün olmamaktadır. Eldeki en önemli aletler: mesafe, yön ve eğim ölçen el aletleri, ipler, eskiz defteri, kalemler, kask, tulum, tepe lambaları ve yedek pillerden ibaret. Bir de her ölçüm sonunda elde edilen verileri bilgisayar ortamına aktarıp uygun bir arayüz ile belirli istasyonlardan alınan verileri birleştirerek doğru ölçümü elde etmek ve haritasını yapmak gerekiyor. Şayet ölçümde hata sezilirse ya ilgili yeri ya da tüm ölçümü tekrarlamak gerekiyor. Bu anlattıklarımızı ve ölçüm işinin karda, yağmurda, su altında da yapıldığını düşünmek gerekir.
Ölçüm sırasında karşılaşılan en ciddi problemlerden bazıları: Su altında ilerleme ve yön bulma, gerek mağara içinde gerekse mağara ile dış dünya arasında haberleşme ve veri aktarımı. Özellikle haberleşme problemi ve çok derinlere dalmak için kullanılan düzenekler önemli ve sadece profesyonellerin üstesinden gelebileceği cinsen dersek abartmış olmayız.
Çoğumuza göre son derece garip kaçacak; su altından, mağara derinliklerinden bazen ceset çıkarmak, ölmüş hayvanlarla ya da canlı hayvanlarla karşılaşmak (mevsimine göre sürüngen, kemirgen, böcek, yarasa vb.) mağaracılar için sıradan olaylardır denilebilir. Hele hele yükseklik, derinlik, dar mekânlarda sıkışma ve bulunma ile karanlık korkusu mağaracılarla çok yan yana getirilemeyen olaylardır. Ölçümün gece veya gündüz olması da bu nedenle fark etmez zira mağara içi hep karanlıktır.
Mimarın Kafası Karışmış Olsa Gerek
Melikgazi İlçesi’nde Gesi Mahallesine yakın, önceleri Koramaz Nahiyesine bağlı olarak kurulan, Bahçeli ve İldem’e neredeyse eşit mesafede gözden şimdilik ırak Belağası (Belasi, Bala-Yavru-Küçük Gesi) 17. yy kurulduğu bilinen ve genellikle gayr-i müslümlerin ikamet ettiği şirin bir köy iken şimdi tamamen terkedilmiştir.5
Doğudan batıya doğru yaklaşık 3-4 km’lik bir alanda eşine az rastlanır doğal ve kültürel zenginlikleri barındıran Ötedere Vadisi, Belağası Köyü yanından geçip Derin Dere bölgesine ve daha sonra da Güzelyurt’a ulaşan bir vadidir. Vadinin başlangıç noktasına yakın halk arasında “Cüzzam Hastanesi” olarak da bilinen etrafı yer yer 3-4 m yükseklikte duvarlarla kaplı dik bir yamacın kuzeye bakan yüzünde oldukça ilginç ve son derece büyük bir kaya yerleşimi keşfedilmişti.
Daha sonra yine aynı vadi içinde vadinin güneye bakan yüzünde, kapama taşı dışarda giriş kapısının önünde diğer bir yeraltı şehri daha keşfedildi. Ötedere Vadisinde kuş seslerini ve tabanda akan derenin şırıltısını, dere kenarındaki kurbağaların seslerini duydukça buranın bu kadar yoğun bir yerleşim yerine yakın olmasına karşın halen sessiz ve ıssız olmasını insanın anlamakta zorlandığı ifade etmek gerekir. Hele hele Vadinin orta kısımlarında çağlayan ufak bir şelalenin varlığı ise insanın aklına zor gelir.
Daha sonraki çalışmalarda derenin suyunun, sulama ve yakın alanda yer alan yerleşim yerleri için bir kanal vasıtasıyla vadinin kuzeye bakan yüzeyinden götürülmesi dikkat çekince su yolu takip edildi. Hem su yolu hem de yol üzerindeki bir sarnıç ölçülüp, haritaya işlendi. Ötedere Vadisinin çıkışında daha geniş ve daha yeşil bir alan karşımıza çıkmakta. Vadisinin devam eden ve kuzeye bakan yüzeyinin devamında daha yoğun bir kaya yerleşimi olduğu fark edildi. Öyle ki Belağası Köyüne dağın içinden neredeyse 40 m’lik bir tünelle bu suyun geçtiği ve burada sulama amaçlı halen kullanıldığı görüldü. Su tünelinin kendisi ile buradaki diğer kaya oyma yapılar da ölçüldü.
Belağası Köyü, Ötedere Vadisi’nin sonunda kuzeye bakan yüzeyinin üzerinde, vadinin üst kısmından tabanına doğru kademe kademe inen çoğu kaya yerleşimi olan oldukça yoğun ve iç içe bir bölge. Su kanalına paralel devam eden asfalt yol muhtemeldir ki önceden köyün ortasına yakın kalmakta zira daha aşağıda kaya oyma yapıların bahçelerin bulunduğu düzlüğe doğru devam ettiğini görebiliyoruz. Burada şuan kullanılan evlerin, ahırların ve bahçe duvarlarının bir kısmının devşirme taşlardan yapıldığı kolayca fark edilmektedir. Bu taşların vadinin kuzey-batı yüzeyinde daha önceden bölgedeki taş ocaklarından kesilen ve nitelikli işçilik ile yapılarda kullanılan fakat zaman içinde yıkılan, terkedilen yapılardan hazırca alındığı ve kullanıldığı anlaşılmaktadır.
Köyde ayrıca güney duvarı kayaya oyulmuş, diğer duvarları kesme taşlarla 1842 yılında inşa edilmiş Surp Harç Kilisesi zamana meydan okurcasına halen ayakta dimdik durmaktadır. Hem bu eski ve terk edilmiş kilise hem komşu yapılar defalarca kaçak kazı tahribatlarına maruz kalmış ve halen de kalmaktadırlar.
Belağası Yeraltı Şehri - 1 ölçümleri yapılırken bölgede tanışılan bir çoban bu yeraltı şehrine 40 m mesafede yamaca yakın bir kaya yerleşimin olduğunu ve mevcutta ölçülen yapı ile kıyaslanmayacak derecede büyük olduğunu söyledi. Girişe ulaştığımızda göçme tehlikesi oluşturabilecek kayalarla girişinin gizlendiğini fark ettik. Girişin aslında birbirlerine yaklaşık 5m yakın iki ayrı kapıdan ve yamacın kuzey batı doğrultusunda olduğu gözlemlendi. Tüm ölçüm 4-5 kişilik ekiple iki günde tamamlanırken uygun fotoğrafların alınması ve haritanın doğruluğunun yerinde tekrar kontrol edilmesi bir başka mesai gününün de harcanmasını gerektirdi. İki girişin yaklaşık 80 m2 tavandan düşen kaya parçalarının yürümeyi zorlaştırdığı bir salonda birleştiği ve solonun güneyinden taş kapı ile korunan bir koridor ile tekrar 30 m2 büyüklüğünde bir salona gelindiğini görmekteyiz. Bu koridorun sağında ve solunda altlı-üstlü kalbur gibi delik-deşik odalar sıralanmaktadır. İlerleme yatay doğrultuda ve yamacın iç kısımlarına doğru devam etmektedir. Oyulan bu odalar baştan beri mi böyleydi yoksa eve gelin alan bir ailenin ihtiyacına binaen bir oda daha oyulmak suretiyle mevcut ev mi genişletilmiştir (ticari uygulamalara ek olarak Kapadokya’da halen uygulanan ve dolaysıyla devamlı büyüyen yeraltı şehirlerinin gerçek sebebi) anlamak gerçekten güç. Yeraltı şehrinin sonunda vadiye yukardan bakan pencereler mevcuttur. Bu pencerelerden Ötedere Vadisinin neredeyse tamamını gözetlemek mümkündür.
Ölçüm sonunda Belağası Yeraltı Şehri - 2 olarak haritası yapılan bu yapının irili ufaklı 52 odaya sahip olduğu ve eldeki literatür bilgisi ve verilere göre şimdiye dek Türkiye’de bulunan en yüksek oda sayısına sahip yeraltı şehridir.5 Ekibin tecrübesi bu zor ve karmaşık yapının ölçülmesinin üstesinden gelse de “Mimarının kafası gerçekten karışmış olabilir mi?” sorusunu da akla getirmedi değil.
Gerek bu yapıda gerekse diğer birçok yapıda zaman içinde kapanmış, göçük oluşmuş dolayısıyla da ölçmeye imkân vermeyen yerler söz konusu olmaktadır. Bu çalışma, protokol gereği dokunmadan sadece ölçme-haritalama-fotoğraflama-raporlama olduğundan bu kısımların ölçümü gerçekleştirilememiştir. Su kaynaklarına hele hele vadi tabanından akan bir dereye yakın yeraltı yapılarında çoğu zaman yapı içinden suya ulaşımı sağlayan tünelleri görmek mümkün olmaktadır. Dolayısıyla, bu yapıya yakın bir dere yatağı olduğuna göre dereye bağlantı tünelinin de olması son derece makul bir gerekçedir.
Her Şey Elimizde
Bu çalışmanın en temel amacı yapının aslına uygun olarak korunması ve gelecek nesillere aktarılmasıdır. En zengin doğal ve kültür varlıklarımızdan olan mağara ve yeraltı yapılarını korumak için yerelden merkeze doğru; yerine göre yapı tescilli değilse tescil edilmesi için İl Kültür Müdürlüğü, Koruma Kurulu Müdürlüğü, Müze, Kudeb ile koordine içinde bulunmak, elimizdeki verileri karşılıklı paylaşmak, koruma kavramına yardımcı olmaktadır. Yapılan çalışmaların rapor şeklinde yayımlanması, sunumlar, konferanslar yerelde ilgili bölgenin Türkiye ölçeğinde Kayseri’nin tanıtımı için son derece önemlidir. Tanıtımla beraber turizm açısından yeraltı yerleşimlerinin değerlendirilmesinin önünü açmak bölgeye ticari bir kazanç ve istihdam kazandıracaktır. Hele hele maddi durumu yetersiz ıssız, merkeze uzak köylerin bu çalışmalar ile turizme kazandırılması ve bir maddi kazancın ortaya çıkması son derece önemlidir.
Yeraltı yapıları bilimsel çalışmalar için de son derece önemli ve bakir yerlerdir. Mimarlık, jeoloji mühendisliği, harita mühendisliği, şehir ve bölge planlama, peyzaj mimarlığı, tarih, sanat tarihi, arkeoloji, biyoloji, turizm gibi birçok bilim dalında lisans, yüksek lisans ve uygulama imkânı sağlayan potansiyele sahiptirler. Mağaralardaki su kaynakları, bitkiler, böcekler, örümcekler, yarasalar, arkeolojik buluntular, fosiller modern çağın ve gelişmiş ülkelerin üzerlerinde yoğun çalıştıkları ve değerlendirdikleri konu başlıklarından sadece birkaçıdır. Bu açıdan bakılınca uluslararası işbirliklerinin de önünü açabilecek ortak eğitim ve araştırma imkânı sağlayabilecek hemen yanı başımızda fark etmediğimiz birer doğal hazinedir, mağaralar.
Korumaya devam etmenin yegâne yolu da eğitimden ve miraslarını kullandığımız çocukların bilinçlendirilmesi ve doğayla barışık olmaları ile mümkün olacaktır. Her eve hem de çok etkili bir yolla bilinçli ve donanımlı çocuklar üzerinden ulaşmamız, çevre ve kültür değerlerini koruma bilincini yüklememiz ve gelecek adına umutlanmamız genç nesil üzerinden olacaktır. Gelişmiş, güçlü, refah, bilinçli ülkelerde durum yıllardır bu şekilde gerçekleşmektedir.
Nitelikli iş çıkarmak isteyen, başarı hedefli her projenin en büyük problemi kaliteli insan kaynağıdır. Mağara ve yeraltı yapılarının incelenmesi ve araştırılması da, istekli ve nitelikli insan kaynağı ile sürdürülebilir bir formata sahiptir. Yerelden yani Kayseri’den özellikle üniversiteler ve sivil toplum kuruluşlarının destekleyeceği, çalışmalara katılacağı, öğrenip daha sonra öğreteceği yeni, cesur, karanlıktan korkmayan, ölçüm yapabilen kişilere ihtiyaç duyulmaktadır. Aksi takdirde Türkiye’nin bir ucundan Kayseri’ye bu iş için sürekli birilerinin gelmesini ve kafamızdan geçenleri yapmasını beklemek son derece anlamsız boş bir hayal olur.
Mağara ölçümünde kaçak kazı için kullanılan ve daha sonra devam etmek için bir köşede tutulan ne zaman bir kazma-kürek çifti görsek, bırakılan kazma küreği oradan uzaklaştırmamıza, alıp-götürmemize rağmen ısrarla; ertesi gün gelip yerinde bulamayan defineciler yenisi alır ve tekrar aynı yere koyarlar. Tekrar alsanız, tekrar yenisini getirip koyarlar. Yani ikna etmeniz aslında çok zordur. Bu çalışma neticesinde elde ettiğimiz en önemli ikincil kazanç; şayet bir definecinin eline çizilen bu haritalar geçerse ilginçtir ki definecinin kaçak kazıya şevkinin bir anda kırıldığını ve soğuduğunu gözlemledik. En ince ayrıntısına kadar ölçülmüş, haritası çıkarılmış, fotoğrafları çekilmiş, hikâyesi yazılmış, bu mekânların defineciler gözündeki yeri bir anda “hiçbir bilinmezi kalmamış bu yerden bir şey çıkmaz” fikrine dönüşmekte ve kendine başka dokunulmamış ve bilinmez bir yer aramak için oradan ayrılmayı tercih etmektedir.
Kaynakça
1. Yaşar Elden, Sinemanın Kayseri’deki Serüveni, Palet Yayınları, 2012.
2. ÇEKÜL (Çevre Ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı): www.cekulvakfi.org.tr
3. O’mag (Obruk Mağara Araştırma Grubu): www.obruk.org
4. Livas: Antep ve civarında şehir içi temiz su dağıtım sistemi ve kanalizasyon yapılarının en genel anlatımı.
5.Kayseri’nin Yeraltındaki Medeniyeti-Rapor 1, Kayseri Büyükşehir Belediyesi, Baskı 2014: Kayseri Yeraltı Yapıları Envanteri İkinci Ara Rapor, Kayseri Büyükşehir Belediyesi, Baskı 2015.
6. Strabon, Antik Anadolu Coğrafyası, Geographika, Kitap XII-XIII-XIV, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, Çev. Prof.Dr. Adnan Pekman, 2012.
7. İhsan Ketin, Erciyes Dağı Volkan Topluluğunun Jeolojik Evrimi, Antik Çağ İkonografisinde Erciyes, Arkeoloji ve Sanat Yayınları, İstanbul, 1995.
8. Oğuz Güler, Kapadokia İkonografigi’sinde Erciyes Dağının Yeri, ERÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 4, 1991.
9. Oğuz Güler, Antik Çağ Kayseri Yapıları, ERÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, Sayı 5, 1994.
10. https://ismailhakkialtuntas.com/2017/05/30/evliya-celebi-seyahatnamesinde-magaralar/ (Görüntülenme Tarihi: 28.06.2017)
11. Ö. Yörükoğlu, T. Sevil, Z. Taşçı, K.T. Türkmen, V. Uysal, Tarihçesi, Tanıtımı, Plan ve Fotoğrafları ile Kappadokya Yeraltı Şehirleri, Ankara, 1990.
Fotoğraflar: Ali Ethem Keskin