YAPEX, Tarihi Kentleri İstanbul’da Buluşturdu
YAPEX Restorasyon ve Kültür Mirasını Koruma Fuarı, bu yıl kapılarını İstanbul’da açtı. ÇEKÜL Vakfı işbirliği ve Tarihi Kentler Birliği desteğiyle Akdeniz Tanıtım tarafından düzenlenen fuar, 22-24 Eylül tarihlerinde Yenikapı Dr. Mimar Kadir Topbaş Gösteri ve Sanat Merkezinde, koruma alanında çalışan uzmanları, yerel yönetim temsilcileriyle biraraya getirdi. “Kırsal Miras ve Kent İlişkisi” temasıyla gerçekleşen ve bu yıl 11’incisi düzenlenen fuar, her yıl farklı bir koruma başlığını gündeme taşıyor. Yaşadığımız yangın ve sel felaketleri, küresel iklim değişikliğinin gözle görülür etkileri bu yıl fuar temasına da doğrudan yansıdı; YAPEX Fuarı kır ve kent arasındaki dengelere, doğal-kültürel miras ve insan ilişkisine dikkat çekmeyi hedefleyerek başlığına kırsal miras ve kent ilişkisini taşıdı.
Fuar bu yıl zengin bir programla, pek çok açıdan önemli etkinlik ve buluşmalara ev sahipliği yaptı. Ychorus Müzik Topluluğunun “Dyonisos’tan Apollon’a Müzikal Yolculuk” başlıklı dinletisinin ardından Akdeniz Tanıtım Genel Müdürü Fatih Onkar, ÇEKÜL Vakfı Genel Müdürü S. Yeşim Dizdaroğlu ile TKB ve Gaziantep Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreteri Sezer Cihan’ın hoş geldiniz konuşmalarıyla fuarın resmi açılışı yapıldı.
TKB İstanbul Buluşması
Fuarın ikinci gününde, TKB ve Kahramanmaraş Büyükşehir Belediye Başkanı Hayrettin Güngör başkanlığında Tarihi Kentler Birliği 2. Birlik Meclis Olağan Toplantısı düzenlendi. Gündem maddelerini okuyarak oylamaya sunan Güngör, Birliğe yeni üye olan belediyeleri de duyurdu. Denizli’ye bağlı Bozkurt ve Beyağaç belediyeleri, Ordu’ya bağlı Gülyalı, Sivas Gemerek ilçesine bağlı Çepni ile Karabük’e bağlı Eskipazar belediyelerinin üyeliği ile TKB üye sayısı 466’ya yükseldi.
Tarihi ve Kültürel Mirası Koruma Proje ve Uygulamalarını Özendirme Yarışması Ödül Töreni ve Sergisi de fuar kapsamında gerçekleşti. (Detaylı haber için tıklayınız)
Ekolojik Gelecek Etkinlikleri
Fuar süresince “Ekolojik Gelecek” ana başlığı altında çeşitli söyleşiler, buluşmalar ve etkinlikler düzenlendi. Yerelde faaliyet gösteren ve giderek yaygınlık kazanan ekolojik oluşumlar, bir süredir belediyelerin de katılımı ve desteğiyle görünürlüklerini arttırırken, son dönemde belediyelerin vizyonu da ekolojik yaklaşımları öncelikli olarak dikkate alan bir bakış zenginliği kazandı. YAPEX, bu yaklaşımın sivil ve kamusal örneklerini katılımcılarla buluşturdu.
Gündeme Ses Veren Paneller
“Doğanın Zaman Ötesi İşlevselliği: Geleneksel ve Çağdaş Mimaride Ekolojik Çözümler" Paneli
YAPEX Fuarı, ÇEKÜL Vakfının kültür mirasını koruma alanındaki yaklaşım zenginliğini ve farklı uzmanlıklara sahip kişi, kurum ve oluşumlardan oluşan iletişim ağını güçlü bir şekilde yansıtan 2 panele ev sahipliği yaptı. Sağlıklı bir gelecek için öncelikli olana doğrudan işaret eden panellerden ilkinde Türkiye'den ve dünyadan örneklerle "ekolojik mimarlık" başlığı farklı yönleriyle ele alındı. S. Yeşim Dizdaroğlu’nun moderasyonunda, mimarlar Sinan Polvan, Şeyda Arguner Dana ve Özgül Öztürk, konuşmalarıyla kaynağını doğadan alan geleneksel mimari ile yüzünü doğaya çeviren çağdaş mimaride ekolojik çözümlerin izini sürdü, doğayla uyumlu yapı malzemelerini uygulama örnekleri üzerinden değerlendirdi.
Sinan Polvan
Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Görevlisi
Herakleitos’un “Her şey akar” sözüne atıfla, doğadaki akışa dikkat çeken Sinan Polvan, konuşmasında bir ilke olarak akıştan söz etti: “Doğada bir denge vardır; bu dengenin sağlanması ancak akışın sağlanmasıyla mümkündür. Tüm meteorolojik olayların veya gözlemleyebildiğimiz iklim olaylarının asıl sebebi de akıştır. Ekolojiyi kullanan geleneksel mimari bu ilkeyi bilerek, doğaya adapte olması için geliştirilmiş bir yapı yöntemidir. Her bölge kendi coğrafik imkânlarının sunduğu malzeme ve bu coğrafyaların iklim olaylarıyla şekillenir. Bunu birkaç kuralla anlatacaksak, ilk kural şudur: Isınan hava yükselir, soğuyan hava alçalır. İran’ın güneyinde bu kuralı izleyebileceğimiz mimari örnekler görürüz. Bu bölgede yaşayan insanlar çöl iklimi koşullarına bin yıldan uzun bir süre çözüm üretmeye çalışmış. Kentin tarihi dokusunda yükselen ve bacaya benzeyen rüzgâr kuleleri, bu çabanın sonucudur.” İklim koşulları ve yerel malzemenin mimariye yansımalarını farklı coğrafyalardan yapılarla örnekleyen Polvan, sunumunda geleneksel Mardin evlerini de örnek verdi: “Mardin’in yaz aylarında kurak ve sıcak bir iklimi vardır. Genelde kalın taş dokusuna sahip olan geleneksel Mardin evlerinde taşıyıcı duvarların kalınlığı 2 metreyi aşar. Isının iç mekânlarda belirli bir konfor derecesinde tutulması için taş kullanılmıştır; taş, havadan daha soğuktur. Maddeler hâl değişimi sırasında çevreden ısı alır veya çevreye ısı verir. Madde ısıyı kendine çeker mekânda. Mardin’deki geleneksel mimari, mekânın daha serin ve yaşanabilir olmasına imkân tanıyor.” Polvan, dünyadan örneklerin pek çoğuna Anadolu coğrafyasında rastlanabileceğini ve günümüzde özellikle doğayla uyumlu, yaşanabilir mekânlar üzerine çalışmaların yoğunlaştığını söyledi.
Şeyda Arguner Dana
Bahçeşehir Üniversitesi Öğretim Görevlisi
Şeyda Arguner Dana, ahşap malzemeye yakından bakan sunumunda, yapı malzemelerinin insan sağlığına etkisinin ve sürdürülebilir olmasının son yıllarda önemli bir konu başlığı olduğunu belirtti ve karbon ayak izi az malzemelere geçişin söz konusu olduğunu söyledi: “Niye ahşap? Bir metre küp ağaç, yaşam döngüsü içinde bir ton karbondioksiti yutarak inşaatta kullanılacak hale geliyor. Ahşap, 15 yıldır ağırlıklı olarak tercih edilen bir malzeme. Ancak ahşabın ehlileştirilmesi sürecinde üç ayrı yaklaşım söz konusu: İlki, 20. yüzyılın başından itibaren görülen, endüstrileşmiş ve standartlaşmış, beton-çelik gibi formlara indirgenerek kullanır hale getirilmiş yapı malzemesi olan ahşap. İkinci yöntem, bağlantı parçalarıyla ilgili sıkıntılarla uğraşmamak ve diğer malzemeleri kullanabilmek için ahşabın beton, çelik ve toprak gibi malzemelerle hibrit kullanımı ki bu yaklaşımla mono-kültürel bir inşaat yöntemi önerilmemiş olunuyor ve daha ekonomik bir üretimin önü açılıyor. Son yöntemse, doğayla itişip kakışmak yerine ahşap ve benzeri malzemenin kendi gücünü kullanarak başka türlü tasarım ve üretim yöntemlerini araştırmak. Bunun örnekleri de var.” Türkiye’de ahşap tasarım uygulama ve üretim süreçlerine, üretimde yerel yönetimlerle ilişkilere, eğitim olanaklarına da değinen Dana, İstanbul’da 34 üniversitede mimarlık fakültesi bulunduğunu, sadece 11’inde ahşaptan bahseden bazı dersler olduğunu ancak içinde hem geleneksel hem yeni yöntemleri birleştiren ahşap yapı sistemleri tasarımı fakültesi ya da enstitüsü bulunmadığını söyledi: “Lisans öncesi bazı teknik okullarda ahşapla ilgili dersler veriliyor fakat bu eğitim de standart bir eğitim. Yani yeni yöntemleri içeren bir eğitim henüz uygulanmış değil. Yeni teknoloji ve geleneksel üretim sistemlerini harmanlayan bir eğitim sistemine ihtiyaç var ve bu mümkün. Dünyada örnekleri mevcut.” Şeyda Arguner Dana, karbon ayak izi düşük olduğu için ahşabın romantik bir yaklaşımla kurtarıcı olarak görüldüğünü ancak bunun doğru bir düşünce olmadığını da söyledi: “Ahşabı beton, çelik gibi bir standart yapı malzemesine dönüştürdüğümüzde, doğayla çatışmalı konuların hiçbirine çözüm bulmadan kullandığımızda yine büyük çaplı ekolojik sorunlar yaşarız. Dolayısıyla zaten doğuştan içimizde olan zanaat yeteneğini de kullanabileceğimiz, ahşabın eksiğine değil fazlasına odaklanacağımız, geleneksel yöntemlerle yeni teknolojiyi birleştireceğimiz çözümler üretmeliyiz.”
Özgül Öztürk
Mimar, Döngüsel Tasarımcı
Özgül Öztürk, çağdaş bir yapım tekniği olan alker tekniğinin öncüsü, mimar Ruhi Kafesçioğlu’nu anarak başladığı konuşmasında, toprak yapılara odaklandı. Toplumun tüm kesimlerinde uygulanabilir olan, en az enerji tüketimiyle çevreyi kirletmeyen toprak yapılara Çatalhöyük, Hattuşaş, Göbeklitepe gibi arkeolojik yapılar üzerinden örnekler veren Öztürk, sunumunda toprağa yakından baktı: “Toprak sağlıklı bir yapıdır. Toprak yapıda duvarlar termal kütledir; ısıtma ve soğutma gereksinimi azdır. 45-50 santimetre kalınlığındaki duvar, gün boyu aldığı ısıyı içinde depolar, bu ısıyı akşam kullanarak mekânda sıcaklık sağlar. Geceden sabaha soğuyan duvar, bu defa da gündüz serinliğini sağlar. Günümüzde modern inşaat teknolojisiyle de uygulanabilir. Bu teknikle yapılan binalar nefes alabilir. Nem dengesi iyidir. Para ve enerji tasarrufu sağlar.” Özgül Öztürk, konuşmasında Solar Decathlon Afrika Projesinden de söz etti. Projenin toprak mimari mentörü olan Öztürk, kamu ve özel sektör ile öğrencileri biraraya getiren, farklı disiplinleri buluşturan ödüllü projeden görselleri de izleyenlerle paylaştı.
Özgül Öztürk, konuşmasında Elazığ’da uygulamaya geçirdikleri ve Kadın Kooperatifi olarak kullanıma açılan projenin ayrıntılarıyla devam etti. 2007 yılında başlayan ve iki yıl önce tamamlanan proje, 6 sürdürülebilir kalkınma amacını karşılıyor. Bölgenin yerel malzemesiyle uygulanmış, yereldeki kadınların üretimini teşvik etmeye odaklanmış proje, kentteki yerel mimarinin bugünün kullanıcısına uyarlandığı mimari anlayışla da dikkat çekiyor. Kentlinin geçmişiyle bağlantı kurabildiği yeşil çatılı yapı, yağmur suyunu da depoluyor. Öztürk, yapının iç ve dış mekân görüntülerini paylaşırken, aile köklerinin de bulunduğu kent kültürünün izlerini aktardı; farklı mevsimlerde çekilmiş fotoğraflarla, çevreyle uyumlu mimari detayları paylaştı.
Akademi ve Yerel Yönetim Birarada
Fuarın son günü yapılan panel ise akademisyen ve yerel yönetim temsilcilerini biraraya getirdi. ÇEKÜL Vakfı’nın düzenlediği “Kırsalı Birlikte Korumak: Afetler Sonrası Bilgi ve Deneyim Paylaşımı” panelinde yaşadığımız doğal afetlerin ardından, kırsal miras ve kent ilişkisinin hassas dengesine dikkat çekildi. Farkındalığı yükseltecek konu ve konuklarıyla önemli ve acil bir ihtiyaca cevap vermesi hedeflenen panel, iki oturumda gerçekleşti. S. Yeşim Dizdaroğlu’nun yönettiği ilk oturumda akademik değerlendirmeler yapıldı. Prof. Dr. Ünal Akkemik, Prof. Dr. Nesibe Köse ve Prof. Dr. Çağatay Tavşanoğlu doğal afetler, insan etkisi ve afetlerin sosyo-ekonomik sonuçları üzerine konuştu.
Prof. Dr. Ünal Akkemik
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi Orman Botaniği Anabilim Dalı Başkanı, ÇEKÜL Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi
Kesişen 3 farklı flora bölgesinin etkisinde olan Türkiye’nin biyolojik çeşitlilik açısından zengin bir ülke olduğunun altını çizen Prof. Dr. Ünal Akkemik, konuşmasında Akdeniz Havzasının özelliklerini anlattı; bu bölgedeki yangınların nedenleri üzerinde durdu ve temel olarak sonuçları değil, sebepleri gündeme almak gerektiğinin altını çizdi: “Çamlık diye anılan ve maalesef kolaylıkla gözden çıkarılabilen 3 milyon hektarlık alanın içinde gen kaynağı Türkiye olan çok fazla cins var. Deniz seviyesine 1 metre kadar olan kuşak, yangın açısından en riskli kuşaktır; insan baskısı da en çok bu kuşakta söz konusudur. Kızılçam bu bölgenin en önemli ağacıdır. Çok kolay tutuşabilen bir türdür. Ancak yangının sorumlusu değildir. İlk kez bir yangın sonrasında ağaçlar suçlu bulunduğu için bunu vurgulamak zorundayız. Bu, son derece tehlikeli bir söylem ve bilimden uzak bir yaklaşımdır. Bizim yaklaşımımız ekosistem olmalı. Vazgeçelim dediğimiz kızılçamlar, Türkiye’ de 5.2 milyon hektar alanı kaplıyor; Türkiye ormanlarının dörtte birini oluşturuyor. Bu tür, bu coğrafyaya sonradan getirilip dikilmedi, bu çamların atası olan diğer çamlar 41 milyondan beri bu coğrafyadadır.” Konuşmasında özellikle makilik alanlara vurgu yapan Akkemik, makilerin kızılçam ormanlarıyla ilişkisinin altını çizdi: “Türkiye’de Akdeniz kuşağında kentlere yakın bölgelerdeki makilikler orman dışına çıkarılıyor ve bu alanlara konut ya da otel yapılıyor. Ancak burada bir yanlış anlaşılma söz konusu. Ormanlık alanların yangın sonrasında orman statüsünden çıkarıldığıyla ilgili bir algı var. Yanan sahalar Anayasa’nın 169. Maddesi gereği korunuyor. Yanan sahaların yeniden ağaçlandırılması ile ilgili hükümler var yasada. Ama bununla birlikte örneğin hemen yanındaki yanmayan sahayı koruyan bir yasa yok. Maki deyip geçmemek gerekiyor çünkü buralar ormandır. Unutmayalım, Türkiye orman zengini değildir ve su sıkıntısı yaşayan bir ülkedir. Kullandığımız içme suyunun kaynağı ormanlardır, makiliklerdir. Makilikler, Akdeniz Bölgesindeki orman varlığını arttırıyor, toprak ve suyu koruyor, biyolojik çeşitliliği devamlılığını sağlıyor, iklimi düzenliyor, karbon biriktiriyor, endemiklerin korunmasını sağlıyor. Üstelik yangına uyum sağlamıştır. O yüzden ‘maki’ yerine ‘sert yapraklı orman’ teriminin kullanılmasını öneriyorum. Maki dediğimizde gözden çıkarabiliyoruz ama orman dediğimiz zaman bir değeri vardır ve orman alanı dışına çıkarılması zordur.”
Prof. Dr. Nesibe Köse
İstanbul Üniversitesi Cerrahpaşa Orman Fakültesi Orman Botaniği Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Konuşmasına ÇEKÜL Vakfına teşekkür ederek başlayan Nesibe Köse, öğrencilik yıllarında ÇEKÜL’ün gönüllüsü olduğunu söyledi, “ÇEKÜL, doğa ve kültürü birlikte koruma fikrini hafızama kazıyan bir vakıf, o nedenle burada konuşmak benim için ayrı bir onurdur,” dedi. 600 yıllık pencereden yangın-insan-iklim ilişkisini ele alan Prof. Dr. Nesibe Köse, karaçam türü üzerine yaptıkları çalışmaları aktardı. Kızılçamdan sonra Türkiye’nin önemli bölgesini kapsayan, ormancılık ve ekosistem açısından çok değerli bir ağaç türü olan karaçamın, kızılçamdan farklı olarak tepe yangınları oluşturmadığını, yangının orman alt örtüsünde yaşandığını, ağaçların kabuklarını yalayıp geçtiğini söyleyen Köse, bu tür yangınlara görsel örnekler de verdi. Türkiye’de karaçam ormanlarının 8-16 yıl aralıklarla yandığını ancak son 100 yılda büyük yangınların yaşanmadığını belirten Köse, ağaç halkalarının karaçam ormanlarında yangınları kaydettiğini ve çalışmaları için bu halkaların referans olduğunu aktardı. Ormanlar geçmişte de bugünkü gibi yanıyor muydu? Hangi sıklıkla, hangi mevsimlerde yanıyordu? İklim değişikliğinin bu yangınlarda bir etkisi var mıydı? gibi soruların yanıtlarını ormanlardaki ağaç kütüklerinden hareketle geliştirdikleri örneklemler yoluyla bulduklarını söyleyen Köse, karaçam ormanlarında büyük ölçüde yıldırım kaynaklı yangınlar görüldüğünü belirtti ancak iklim değişikliğinin bu yangın rejimini etkileyebileceği beklentisini de ekledi: “Özellikle Kütahya ve Bolu’da yaptığımız çalışmalarda yangınların daha çok kurak geçen yaz mevsimi sonrasında gerçekleştiğini gördük. Akdeniz Havzasında iklim değişikliği nedeniyle beklenen, yangınların daha sık ve daha geniş alanlarda yaşanması. Karaçam ormanlarında hem Türkiye hem Yunanistan’da artık örtü yangını yerine tepe yangınlarının gerçekleşmeye başladığını gördük. Kızılçamlar tepe yangınlarına adapte olmuş türler ancak karaçamlar öyle değil. Yangınlar örtü yangınından tepe yangınına geçerse Türkiye’de bizi büyük bir risk bekliyor. Bu karaçam için önemli bir tehlike.” Nesibe Köse, konuşmasında Yörük kültürünün orman yangınlarının önlenmesinde olumlu etkisine de vurgu yaptı: “Yörüklerin hayvanlarını otlattıkları alanlarda ormandaki biyokütle birikimi daha düşük miktarda oluyor. Yörük kültürünün varlığı bu ormanların çok geniş çevrede yanmasını yüzlerce yıldır engelliyor. Ormanla insan ilişkilerini düzenlememiz gerekiyor ki orman yangınları azalsın. Ormanda yaşamını sürdüren orman köylüsünü, Yörükleri farklı bir tarafta tutmak zorundayız. Çünkü bu kültürlerin varlığı, yaşamları hem kültürü hem de doğayı koruyor.”
Prof. Dr. Çağatay Tavşanoğlu
Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Biyoloji Bölümü Ekoloji Anabilim Dalı Öğretim Üyesi
Sunumunda Akdeniz coğrafyasında orman yangınlarının neden büyüdüğünü tartışan Prof. Dr. Çağatay Tavşanoğlu iklim değişikliği ve yangın etkisinin dünyada da bir gündem olduğunu söyledi: “Son 10 yıldır dünyanın farklı yerlerinde iklim değişikliğinden dolayı yangınların büyüdüğünü görüyoruz. Avustralya’nın güneydoğusunun yarıya yakını yandı. Bunun temel sebebi iklim değişikliği. Amazon’da insan kaynaklı yangınlar yaşansa da iklim değişikliği bu yangınların artmasına sebep oluyor. Kaliforniya’da, Sibirya’da gerçekleşen orman yangınlarını hatırlayalım. İklim değişikliği özellikle Akdeniz’de orman yangınlarının başlıca sebebi. Bu da gelecekte orman yangınları riskini ciddi olarak arttırıyor.” Akdeniz’de orman yangınlarının milyonlarca yıldır yaşandığını ancak son yıllarda afet seviyesinde yangınlar görüldüğünü söyleyen Tavşanoğlu, günümüzde yaşanan kente göç hareketinin, orman yangınları bağlamında bir olgu olarak ele alınması gerektiğini söyledi. Tavşanoğlu sadece yangını söndürmeye odaklı politikalar yerine yangını önlemeye odaklı politikalara geçmemiz gerektiğini belirtti: “İklim değişikliği etkisi altında büyük yangınları söndürme olasılığı giderek azalır. Yangını sınırlayacak eylemleri, yangın çıkmadan almak çok daha akılcı ve ekonomik bir stratejidir. Yanıcı madde miktarını azaltmak, orman içindeki otlatma planlarını sürece dahil etmek, kırsal nüfusu arttırmak, kırsalda açık peyzajlar oluşturmak ciddi anlamda yarar sağlayabilir. Yörük kültürünü ve geleneksel hayvancılığı özendirmeli; kırsalda ne kadar çok insan olursa oraların doğal olarak sahiplenmesi de o kadar kolay olur.”
Yangınlar ve Sellerin Yerele Etkileri
ÇEKÜL Vakfı Anadolu Araştırmaları Koordinatörü, şehir plancısı Ahmet Onur Altun’un moderasyonunda yapılan ikinci oturumda ise yerel yönetimlerin afet öncesinde, afet sırasında ve sonrasında yaşadıkları tartışmaya açıldı. Kastamonu Belediye Başkanı Galip Vidinlioğlu, Manavgat Belediye Başkan Yardımcısı Hakime Yılmaz ile Sarıyer Belediye Başkanı ve TKB Encümen Üyesi Şükrü Genç bu bölümün konuşmacılarıydı.
Galip Vidinlioğlu
Kastamonu Belediye Başkanı
Yakın zamanda sel felaketi nedeniyle can ve mal kayıplarının yaşandığı Kastamonu’da en büyük yıkım Bozkurt’ta yaşandı. Kastamonu Belediye Başkanı Galip Vidinlioğlu, felaketin her nerede yaşanırsa yaşansın, tüm ülkenin ortak sorunu olduğunu belirtti: “Yerel yönetim olduğum için, felaketin olduğu gün insanlar her türlü şikayette bulunuyor elbette. Belediyenin imar izni vermiş olmasından söz ediliyor. Ancak sorunları belediyenin verdiği imar iznine bağlamak doğru değil. Bu konuyu genel olarak merkezi hükümetin ele alıp değerlendirmesi gerektiği kanaatindeyim. Yerelde yapılacak şeyler bir yere kadar. Dünyanın konuştuğu küresel ısınma, çevresel faktörler, iklim değişikliği önemli bir gündemdir. Tedbirleri hep birlikte almalıyız ve bunlar radikal tedbirler olmalı. Yoksa bu problemlerin altında ezilir kalırız.”
Hakime Yılmaz
Manavgat Belediye Başkan Yardımcısı
Hakime Yıldız, yangın felaketi ile ilgili görselleri paylaştığı sunumunda, yangının doğal alanları ve mahalleleri etkilemekle kalmadığını, yangın alanı içinde bulunan arkeolojik kentleri de etkilediğini; kırsal yerleşmelerde bulunan antik kent kalıntılarının gördüğü zararın da gündeme alınması gerektiğini belirtti: “Afetler doğaya olduğu kadar tarihi ve kültürel değerler içinde tehdittir. Bu yangınlarda bunu somut şekilde gördük. Bu değerlerinde korunması için gerekli önlemlerin alınması şarttır. Orman alanlarında kalan ören yerleri etrafında tampon alan oluşturulmalı, orman bakımlarında buranın temiz kalması sağlanmalıdır. Türkiye’de Kültür envanterinin henüz tamamlanmaması nedeniyle kültür varlıklarının çoğunluğu orman alanlarının içindedir. Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Orman Bakanlığı arasında yapılacak bir protokolle ören yerlerini ve Kültür varlıklarının korunmasına yönelik gerekli tedbirler alınmalıdır.” Manavgat’ta 4 farklı noktada başlayan orman yangınlarının tarım ve hayvancılıkla geçinen yerli halkın yaşam alanlarının da büyük oranda tahrip olduğu, ormanda yaşayan canlıların kaybedildiği, kentlinin bu kayıplarla büyük travma yaşadığı bilgisini paylaşan Yıldız, Sırtköy Mahallesinde bulunan düğmeli evlerin de yangında ciddi olarak zarar gördüğünü belirtti. Hakime Yıldız, orman alanlarının korunmasına yönelik yasal yönetsel önerilerini de aktardı. Kamusal sorumlulukların yerine getirilmesi, küresel iklim değişikliğiyle artacak orman yangınlarına uyumlu bir toplum yapısının ve bilincin oluşturulması, ekosisteme daha yakından bakan toplumsal buluşmaların, bilimsel veriler ışığında ve bilim insanları ortaklığında daha sık gündeme alınması, bu önerilerin başlıcaları arasında yer aldı.
Şükrü Genç
Sarıyer Belediye Başkanı ve TKB Encümen Üyesi
Şükrü Genç, yaşanan sel ve orman felaketlerini yakından takip ettiklerini, özellikle orman yangınlarının sonra kuvvetli bir koruma içgüdüsünün oluştuğunu söyledi. Afetlerin, toplumun dayanışma kültürünü gözler önüne serdiğini hatırlatan Genç, dayanışma ve yardımlaşmanın anlamına vurgu yapmakla birlikte hatalardan ders alınması gerektiğinin de altını çizdi, özellikle tekrar eden hatalara ve koordinasyon eksikliğine vurgu yaptı: “Hiçbir alanın bilime sırt çeviren yaklaşımlarla yönetilemeyeceğini bilmeliyiz. Hele siyaseti kesinlikle bilimsel yöntemleri gören, bilen bir noktada tutmalıyız. Yerel yönetimlerin yetkisini arttırmalı ve dayanışmanın daha sağlıklı işlemesini sağlamalıyız. Koordinasyon ve organizasyon eksikliğinin önüne geçmeliyiz.” Acil eylem planlarının oluşturulması, üniversite eğitiminde niteliğin gözden geçirilmesi, liyakatin gözetilmesi gibi bir dizi önlemden söz eden Şükrü Genç, bilim insanlarının uyarılarının insanlık için kırmızı alarm anlamına geldiğini hatırlattı ve doğaya egemenlik kurmak isteyen yaklaşımın yanlışlığının tarihte pek çok kez dile getirildiğini tekrarladı.
YAPEX Fuarı, pek çok tarihi kentin katılımıyla bu yıl da iletişimin güçlü bir şekilde kurulduğu, deneyim aktarımını mümkün kılan atmosferin hâkim olduğu yapısıyla yeni proje fikirlerine güç verdi. Fuarın geleneksel olarak öne çıkan özelliklerinden biri, tarihi kentlerin kültür değerlerini görünür kılan standları. Özenle hazırlanan ve fuar temasıyla şekillenen standlar, ziyaretçilerin tarihi kentleri daha yakından tanımalarına imkân sağlarken, bir buluşma noktası olarak ÇEKÜL Vakfı standı, fuar süresince hem belediyeleri hem ziyaretçileri hem de fuar kapsamında düzenlenen panel ve etkinliklerle alanda bulunan akademisyenleri, uzmanları ve yerel yönetim temsilcilerini ağırladı. ÇEKÜL Vakfı standı, yine bir gelenek halini alan ÇEKÜL Akademi sertifika törenine de sahne oldu. ÇEKÜL Akademi, Restorasyon İşlerinde İmalat, Uygulamaları ve Detayları başlıklı eğitimin sertifika törenini, ÇEKÜL Vakfı standında gerçekleştirdi. İsmail Önel tarafından verilen eğitime katılan uzmanlar ve ÇEKÜL Akademi ekibi, fuar alanında biraraya geldi. ÇEKÜL Akademi, farklı uzmanlıklardan ve kentlerden pek çok kişi ile YAPEX Fuarı sırasında buluşabiliyor, ilgililere eğitimlere ilişkin detaylı aktarımlar yapıyor.