Müzecilik Eğitimleri Sürüyor
Akademinin Kentler ve Müzeleri; Kurulumdan İşletmeye Eğitim Programı devam ediyor. Program; tarihi, sosyal ve ekonomik gelişimiyle kentin öyküsünü anlatan, kentlinin aidiyet duygusunu pekiştiren kent müzelerinin nitelikli artışında katkı veriyor.
İlk modülü “Kent Bellekleri – Kurulum, Yönetsel Yapılanma, Fiziki Yapılanma” başlığıyla 24-26 Şubat tarihlerinde yapılan eğitime belediyelerin müzelerinde ya da müze projelerinde görevli uzmanlar katıldı. ÇEKÜL Akademi Koordinatörü Kibele Eren’in müzecilikle ilgili kavramsal bilgileri, güncel müze tanımı ile müzeciliğin tarihsel sürecini anlatarak açtığı eğitim kapsamında 2017 yılından bu yana TKB üye belediyelerinin katılımına açık olarak düzenlenen Müze Özendirme Yarışmasıyla ilgili bilgiler de aktarıldı. Müzelerin kurulum sürecindeki yönetsel yapılanma hakkında aktarım yapan Eren, ideal bir müze yönetiminde nelerin olması gerektiğini anlattı: İdeal bir yapılanmada danışma ve yürütme kurulları ile müze yazım ekibi, fiziki proje ekibi, tasarım ekibi ve müze gönüllülerinin olması gerekir.
ÇEKÜL Vakfı Bilgi Belge Merkezi Koordinatörü Ayşen Kılıç Özarslantürk, arşiv kavramını ele alarak müze-arşiv arasındaki benzerlik ve farklılıklara, bu iki yapının ilişkisine değindi. Özarslantürk, kent müzesi kurulumunun kent arşiviyle de başlayabileceğini ve bu arşivin nasıl geliştirileceği; müzeye evrilebileceğine ilişkin bilgiler verdi. Eğitimin son sunumunu, ÇEKÜL Akademi eğitmeni ve müze tasarımcısı Nadir Mutluer yaptı. Müzelerde senaryo oluşturma, konsept ve tasarım süreçleriyle ilgili bilgiler veren Mutluer, çağdaş müzecilik anlayışına göre müzenin sergi-sunum alanlarının nasıl oluşturulacağı ve günümüz teknolojik araçlarıyla nasıl sunulacağına ilişkin bilgiler de paylaştı. Eğitim son gününde eğitimin katılımcı uzmanları Ecem Tan, Gaziantep Kent Arşivi; Sezin Romi SALT Araştırma ve Sevil Sarp ARTER’in kuruluş ve faaliyet sürecinden bahsetti.
Programın ilk modülü, bir müzenin fiziki kurulumunda izlenmesi gereken süreci, müzeyi oluşturacak yönetimsel kadroların niteliği üzerine Türkiye’de ve dünyadan iyi örneklerle incelenmesini içerirken, ikinci modülde koleksiyon yönetimi politikası, yönetmelik ve yönergeler, koleksiyon oluşturma ve geliştirme kararları ile küratöryal ekibin etkisi, sergileme ön koşulları gibi başlıklara odaklanıldı.
Koleksiyon Yönetimi ve Sergileme
24-26 Mart tarihleri arasında “Koleksiyon Yönetimi ve Sergileme” başlığı altında gerçekleştirilen ikinci modül; Doç. Dr. Nevra Ertürk, Burçak Madran, Barış Kıbrıs, İlke Yılmaz, Behiye Bobaroğlu, Gizem Uslu, Ata Yersu, Mustafa Sığın ve Necati Aksüt’ün katkılarıyla düzenlendi.
Hayatın her alanını doğrudan etkileyen pandemi koşullarının müze ve müzecilik çalışmalarına yansıması da doğal olarak kaçınılmaz. İkinci modülün ilk sunumunu yapan Doç. Dr. Nevra Ertürk, konuşmasına, pandemi koşullarında müzecilik üzerine kısa bir girişle başladı. Müzecilikte 20. yüzyılda başlayan dijitalleşmenin pandeminin etkisiyle hızlandığını ancak dijitalleşmenin her yerde eşit şekilde olmadığını vurgulayan Ertürk, özellikle küçük ölçekli müzelerin önümüzdeki yıllarda kapanma tehlikesi altında olduğunu belirtti. Bir müzenin çekirdeğinin onun koleksiyonu olduğuna vurgu yapan Nevra Ertürk, ziyaretçi ve personel unsurlarının bu üçlü çark dişlisini tamamladığını, dört duvardan oluşan “bina” unsurununsa günümüz müzecilik tanımında şart olmadığını ve pek çok alanın müze olarak tanımlanabileceğini söyledi. Ertürk, katılımcılarla birlikte İstanbul'da olası bir kent müzesinin küratöryal çalışma çatısı altında nasıl değerlendirilebileceğini, oluşturulacak koleksiyonun neleri içermesi ve nasıl geliştirileceğine dair tartışma ortamı da oluşturdu. Bu bağlamda bir kent müzesinin mekân ve nesnenin ötesinde kentin duyusal (ses, koku, doku, görsel ve tat) olarak ne gibi deneyimler yaşattığı ve kentli olmanın ne demek olduğunun pek çok araçlarla yansıtıldığı; geçmiş, şimdi ve geleceğin de konuşulup tartışıldığı mekânlar olması gerektiğine vurgu yaptı. Koleksiyonun bilinmeden bina tasarımının da olamayacağını söyleyen Ertürk, koruma, araştırma ve iletişim alt başlıklarının koleksiyon üzerinden yapılacağının altını çizdi; müze koleksiyonunun somut ve somut olmayan unsurları kapsayabileceğini hatırlattı; hikâyelerin koleksiyon oluşturma ve geliştirmedeki rolünden söz etti.
Eğitim, müze uzmanı Burçak Madran’ın sunumuyla devam etti. “Müzelerde Sergileme ve Örnek Uygulamalar” başlığı altında konuşan Madran, sergi tanımını müzeolojik açıdan yaptı; günümüzde sergilerin ayrı bir kategoride değil, iletişim kategorisi altında ele alındığını belirtti. Temel iletişim aracı olan sergilerin, yapılarına göre süreli, sürekli ve gezici olarak ayrıldığını hatırlatan Madran, bazı müzelerin küratöryal karar olarak süreli sergilere, bazılarınınsa diğer türlere özellikle yer verdiğini söyledi. Sergilerin türlerinin iyi bilinmesi gerektiğini vurgulayan Madran, sergi tasarım aşamasının bütçeden hedef kitleye birçok dinamikle birlikte ilerlediğini hatırlattı.
Odak: Pera Müzesi
Suna ve İnan Kıraç Vakfı tarafından 2005 yılında Beyoğlu’nda tarihi bir binada açılan Pera Müzesinin kuruluş süreci ve koleksiyonları hakkında bilgi veren Barış Kıbrıs, müzenin “Oryantalist Resim”, “Anadolu Ağırlık ve Ölçüleri” ve “Kütahya Çini ve Seramikleri” koleksiyonlarının içerikleri, nasıl geliştirildikleri, koleksiyondan oluşturulan sergiler, yayınlar ve eş zamanlı etkinlikler hakkında bilgiler verdi.
Odak: ARTER
Vehbi Koç Vakfının kurumu olan ARTER’in koleksiyonunun 2007’de oluşturulmaya başlandığını ve 1960’lardan günümüze kadar ki Türkiye ve çevre ülkelerden çağdaş sanat eserlerinden oluştuğunu, çağdaş sanata ve sanatçılara katkı sunmak gibi bir misyonları olduğunu söyleyen Gizem Uslu ve Behiye Bobaroğlu, koleksiyonun uluslararası müzecilik standartlarına göre korunduğuna ve sergilendiğine dikkat çektiler: Mekânlarının müze tanımına girmediğini, denetimlerinin kendi içlerinde yapıldığını ve koleksiyonlarının dinamik olduğunu söyleyen Bobaroğlu, koleksiyon geliştirmede eser edinme sürecinden de söz etti. Politikaları gereği eser bağışı kabul etmediklerini, küratöryal ekibin bu süreçte kararlar aldığını hatırlatan Gizem Uslu, eserlerin binaya geldikten sonraki kabulü, kondisyon kontrolü, kosenrvasyon, fotoğraf çekimi ve depolanması gibi konularda da bilgiler verdi. 2010 yılında açıldığı günden bugüne 30’u aşkın serginin yapıldığını vurgulayan Uslu, ARTER’in Dolapdere’deki yeni mekânındaki sergileme alanları ve güncel sergileri de aktararak konuşmasını tamamladı.
Odak: TÜRVAK
Müzede etkinlik koordinatörü olarak görev yapan İlke Yılmaz, koleksiyonlarının oluşturulma ve geliştirilme sürecinden bahsetti. Türker İnanoğlu Vakfının girişimiyle kurulan Türker İnanoğlu Vakfı Sinema - Tiyatro Müzesi ve Sanat Kitaplığının, İnanoğlu’nun 64 yıl boyunca oluşturduğu kişisel koleksiyonunu bağışlamasıyla hayat bulduğunu vurgulayan Yılmaz, koleksiyonun, 2011 yılında Beyoğlu’ndaki binaya taşınmayla kamuya açıldığını söyledi. Pek çok tiyatrocu ve sinemacının müzeye yaptığı bağışlarla koleksiyonun zenginleştiğini ve bağışların devam ettiğini belirtti. Müzenin pandemi nedeniyle 1 yıldır kapalı olduğunu ve pek çok sebepten ötürü Kavacık’ta daha büyük bir binaya taşındığını söyleyen Yılmaz, kapılarının yakın zamanda tekrar açılacağı bilgisini de paylaştı.
Odak: İstanbul Büyükşehir Belediyesi Müzeleri
Aşiyan Müzesi
İstanbul Büyükşehir Belediyesine bağlı bir ev müze olan Aşiyan Müzesi hakkında bilgi veren Ata Yersu, Şair Tevfik Fikret`in tasarladığı ve yaşadığı ev olan Aşiyan Müzesinin koleksiyonu içinde Tevfik Fikret ve ailesine ait eserlerin yanında, Abdülhak Hamit Tarhan, Şair Nigâr Hanım ve Edebiyat-ı Cedide Topluluğuna ait eşyaların, fotoğrafların ve kitapların yer aldığını belirterek müzenin bölümlerini canlı olarak gezdirdi.
İtfaiye Müzesi
2013 yılında bugünkü Kılıç Ali Paşa Su Sarnıcındaki yerinde açıldığını belirten Mustafa Sığın, İtfaiye Müzesi koleksiyonunda mahalle tulumbacılarından günümüz itfaiyecilerine, itfaiyecilerin farklı dönemlerine ait kıyafetlerinin, en eski yangın söndürme araçlarından çeşitli tulumbaların, yangın önleme fıçılarının, Bayazıd Kulesinde kullanılan işaret sepetlerinin, telefon santrallerinin, motorlu yangın söndürme araçlarının sergilendiğini belirtti; müzenin bölümlerini canlı olarak gezdirdi.
Tekfur Sarayı Müzesi
Necati Aksut, İstanbul’un Bizans Döneminden günümüze kadar gelmiş tek saray kalıntısı olan ve Blakhernai Sarayı olarak da bilinen Tekfur Sarayı Müzesinin kuruluş sürecinden bugüne yaşanan tecrübelerden bahsetti. Bizans imparatorlarının 12. yüzyıldan itibaren kullandıkları imparatorluk sarayının ve çevresinin Latin istilası sırasına neredeyse tamamının yakılıp yıkıldığını, fetihten sonraki yıllardaysa bazı kısımlarının fil ahırı ve hayvanat bahçesi olarak kullanıldığını söyleyen Aksüt, sarayın daha sonraları cam ve çini atölyesine dönüştüğünü ve burada üretilen çinilerle şöhret kazandığını hatırlattı. Aksüt, yapılan restorasyonlardan sonra 2019 yılında Tekfur Sarayı Müzesi olarak ziyarete açılan müze pandemi nedeniyle kapalı olduğunu belirtti.