ÖZEL OTOYA DAYALI UYDU KENTLER SÜRDÜRÜLEBİLİR Mİ?
Ankara gönüllülerimizden Doç. Dr. Mehmet Tuncer'in uydu kentler, altyapı ve toplu taşıma ilişkisini anlattığı yazısını sizlerle paylaşmak istedik.
Eskişehir yolu, yirminci kilometrede bulunan askeri alanlar çevresindeki yazın kurumaya yüz tutan çay boyundaki, söğüt ağaçları altında ailece piknik yapmaya giderdik 70'li yılların başlarında...
Daha ötelere otuzuncu kilometrede bulunan Karayolları Dinlenme Parkı ise bizim için neredeyse Polatlı'ya gidilmiş kadar uzak piknik noktalarıydı. Hatta ODTÜ’de okurken MTA’ya geldiğimizde Ankara’nın dışına çıkmış gibi bir izlenim edinirdik.. Hele Ümitköy, o dönemde pek de “ümit” vermeyen yerleşimlerdendi. Arkasından Koru Sitesi gibi, Konutkent gibi öncü bahçelievler ağırlıklı yerleşimler başladı...
Belediye, bu yıllarda Eskişehir yolu üzerinde, her iki yanda “kamusal” kullanımların yerleşmesini öngören bir plan onayladı.. Kent merkezindeki bazı kamu kurumları kent dışına çıkmaya başladılar. Hala da bu çıkış sürüyor... Arkasından 1990 Nazım Planı'nda uzun yıllar izin verilmeyen, Çayyolu Bölgesi planlandı. Ve konut kooperatifleri buraya akın ettiler. Anlamadığım şey, 20-25 km şehrin dışına çıkıp da hâlâ bir apartmanın 6.-8.10.katında yaşamayı nasıl kabul etti insanımız? Yani insan biraz dışa açılınca şöyle daha düşük yoğunlukta, en azından küçük bir bahçe ile haşır neşir olmak istemez mi? Hayır, müteahhitler ve spekülatörler eliyle hâlâ binlerce çok katlı blok inşa ediliyor ve Ankara’nın yoğun bölgelerini aratmayacak yoğunluklar yükleniyor zaten yetersiz olan altyapı üzerine...
Belediyemiz Çayyolu I, arkasından, Çayyolu II Toplu Konut Alanları’nı devreye soktu. Bu kesimde bir hesaba göre 300 bin, bir başka hesaba göre 450 bin kişilik bir “Toplu Konut Alanı” ya da “Uydu Kent” oluşacaktı. Aslında batılı örneklere bakıldığında “Uyduruk Kent” (!) bile diyebilirsiniz bunlara. Çünkü, doğru dürüst ne yolu, ne teknik altyapısı, ne çevre düzenlemeleri var, bazıları hariç! İnşa kaliteleri de tartışılır. En lükslerinde bile taşan depolar, kesilen elektrik, asfaltsız yollar görülüyor. İnternet ve kablolu tv’siz yerler bile var. Hâlâ bir belediye olmadığından binlerce kişi çaresiz, ne yapacaklarını bilemiyorlar.
AŞTİ inşaatı sonrasında, hem OTO terminale -şehirlerarası ulaşımın da ağırlıklı karayoluna bağlı olduğunu vurgulayalım- hem Eskişehir Yolu’na asılı bu toplu konutlar için Eskişehir aksına paralel daha hızlı, kesintisiz bir aks daha oluşturuldu.
Eskişehir yolu genişletme çalışmaları ya da yol çalışmaları biter bitmez, son yerel seçimler arifesinde yeniden “Çayyolu Metrosu” adıyla başlatılan çalışmalara çok geç kalındığı söylenebilir. Madem binlerce kişiye yeni konut alanları açıyorsunuz, daha önce neden düşünmediniz bu insancıklar nasıl gidip gelecek şehre diye..Tabii herkese birer araba hatta ikinci üçüncü araba satmayı hedefleyen yerli, yabancı sanayinin hedeflerine uygun da bir gelişme değil mi bu?
Çayyolu I. etapta yerleşimlerin hemen tamamı bitmiş, hatta ikincisi neredeyse tamamlanmak üzere... Binlerce kişi, özel araçları ile sabah-akşam kent merkezine akıyor.. Bu oto trafiği sadece iki ana akstan işliyor. Tabii, ODTÜ’ye gelindiğinde ya da öteki aksta Çiftlik Kavşağı’na gelindiğinde sıkışıklık, eziyet, kazalar, gürültü, harcanan benzin, gerilen sinirler…
Halbuki böyle toplu konut projeleri gündemde idi, aklın yolu bir: “Raylı Toplu Taşın Sistemleri” çok daha önce planlanıp, projelendirilip devreye sokulamaz mıydı? Hayır, ne yazık ki yapılar inşa edildikten sonra altyapıya el atan ülkemizde, makro plansız bir Başkent’te, ancak yumurta kapıya geldikten sonra önlem alınabiliyor..
Acaba çağdaş bir ulaşım tarzı olan “metro” ya kaç yıl sonra kavuşabilecek Çayyolu sakinleri?
Şu an Belediyemizin çabaları takdire değer, gece gündüz çalışıldığını görüyorum bazen.. Keşke 15-20 yıl önce bu temeller atılıp önce altyapı, toplu ulaşım sistemleri bitirilebilse idi. Batıkent, Sincan, Eryaman gibi toplu konut alanları için de benzer yaklaşımları getirmek mümkün...
Makro plansızlık, güncel politikalar, küçük çıkar hesapları ile davranma, ulaşım planlarına uyulmamasının bedeli, her yıl acaba kaç milyar dolar olarak ülkemizin zarar hanesine yazılıyor? Düşünsenize harcanan benzin (ithal), harcanan araçlar (çoğu ithal) harcanan zaman, kazalar, ölümler, gürültü, egzoz kirlilikleri, tümünün toplumsal maliyeti nedir acaba?
Şimdilerde, Temelli’de 30-35. km’deki toplu konut alanlarını da öncelikle planlayarak toplu taşıma sistemleri ile kente bağlamak gerekli. Londra, Paris, Moskova vb kentlerin metrolarını bilenler için bizim kentlerimizdeki metro sistemlerinin ne kadar az gelişmiş ve yetersiz olduğunu söylemeye gerek yok.
Bir de her an kente inilmesini, kent ana merkezinin kullanılmasını önleyecek, “Alt Merkezler” geliştirilmeli. Hâlâ Batıkent’te bir ana merkez yok. Bu alt merkezler; yeşil alanlar, spor, sağlık, sosyo-kültürel, ticari, kamusal kullanımlar açısından çevresindeki yerleşimlerin gereksinimlerine karşılık verecek şekilde planlanmalı ve uygulanmalı.
“Sürdürülebilirlik” son yıllarda çok tartışılan bir kavram. Ana fikri doğal kaynakların, kültürel mirasın, gelecek kuşakların gereksinimlerini bu günden düşünerek korunması. Akılcı planlamalarla, geleceği düşünmek, “sürdürülebilir kalkınma” da bunun sonucunda ulaşılacak refah ve gelişme. Yani, doğal kaynakları; su, hava, toprak ve ormanı akılcı kullanacağız, koruyup geliştireceğiz ki çocuklarımız, torunlarımız çölde, bozkırda yaşamasınlar.
İçebilecekleri korunmuş su kaynakları, verimli tarım toprakları, temiz kirletilmemiş soluyacakları hava bırakmak gerekli, bizden sonrakilere.
Özel otosuna atlayıp kent merkezine gelmeye dayalı yaşam tarzı bence “SÜRDÜRÜLEMEZ”!
Yola çıkarken lastiklerinizi kontrol edin, kazasız bir kış ve mutlu yıllar dileklerimle….
Doç. Dr. Mehmet TUNÇER