TÜRKİYE'NİN SUYU İÇİN SİVİL TOPLUMDAN REÇETE
ABce-Türkiye'nin Çevre ve Tarım İttifakı'nı oluşturan Buğday Derneği, ÇEKÜL Vakfı, Doğa Derneği ve TEMA Vakfı; Türkiye'nin suyla ilgili sorunlarını çözmek üzere 22 Mart 2006 Dünya Su Günü'nde 22 maddelik bir öneri paketi açıkladı.
ABce, Türkiye'nin çevre ve tarım konularında çalışma yapan STK'larından Buğday Derneği, ÇEKÜL Vakfı, Doğa Derneği ve TEMA Vakfı'nın bir araya gelerek oluşturduğu tarım ve çevre ittifakıdır.
Gruba katılmak isteyen ve uygun görülen gönüllü kuruluşlara da açık olan bu ittifakın amacı, AB müzakerelerinin tarım ve çevre başlıkları ile ilgili yapılacak mevzuat çalışmaları doğrultusunda, Türkiye'nin AB yaklaşımlarını izlemek, değerlendirmek, görüş ve öneriler geliştirerek bu süreçte Türkiye'nin söz konusu başlıklarla ilgili konularda etkin olması yolunda destek vermektir.
“Türkiye’nin Su Reçetesi”
ABce (Türkiye’nin Tarım ve Çevre İttifakı)-Türkiye’nin Su Politikaları Görüşü
Genel
Ülkemizde büyüyen su ihtiyacı ve su kaynaklarının kullanım yöntemleri sıklıkla gündeme gelmektedir. Bununla birlikte, henüz bütüncül bir su politikamız ve suyun yönetimiyle ilgili temel ilke ve yöntemlerin çerçevesini belirleyen bir “su çerçeve yasası” bulunmamaktadır. Sonuç olarak Türkiye’de suyun kullanımıyla ilgili çalışmalar bir dizi çelişki içermektedir. Bu çelişkiler, su kaynaklarının verimsiz kullanımı nedeniyle Türkiye’nin geleceğini tehlikeye sokacak kadar ciddi boyuttadır. Örneğin, sulama ve baraj projelerinin gerek planlama gerekse uygulama aşamasında tarımsal ve çevresel etkileri göz ardı edilmektedir. Bunun sonucunda, yer altı ve yer üstü sularının kalite ve miktarında son yirmi yıl içinde su ekosistemlerini etkileyecek ciddi azalmalar ortaya çıkmıştır.
Türkiye’nin suyla ilgili sorunlarına dört temel ilke dikkate alınarak çözüm aranmalıdır:
(i) Su kaynaklarına yönelik her türlü müdahalede gelecek kuşakların yaşam hakkını da dikkate alan üstün kamu yararının gözetilmesi;
(ii) suyun kullanımında arzın yönetimi yerine talebin yönetilmesi yaklaşımının benimsenmesi;
(iii) entegre havza yönetimi;
(iv) suyun doğal döngüsü ve akışından elde edilen ekolojik ve ekonomik katma değerin göz ardı edilmemesi.
ABce Türkiye’nin Tarım ve Çevre İttifakı, Avrupa Birliği uyum sürecinin Türkiye’nin su politikasını gözden geçirerek su kaynaklarını daha akılcı kullanabilmesi için önemli bir fırsat oluşturduğunu kabul etmektedir. Bu doküman, bu süreç içerisinde ABce üyelerinin Türkiye hükümeti ve Avrupa Birliği’nden beklentilerini ortaya koymaktadır. ABce üyeleri, yukarıda belirtilen ana ilkeler çerçevesinde Türkiye’nin su politikasının gözden geçirilmesi, gerekli bilimsel çalışmaların yapılması ve bir su yasasının oluşturulması konularında Türkiye hükümetine ve Avrupa Komisyonu’na gerekli kamuoyu desteğini vermeye hazırdır.
Var olan durum
Kurumsal durum:
Ülkemizin önceliklerine göre tüm su kaynaklarımızın planlanması, yönetimi, geliştirilmesi ve işletilmesinden sorumlu kuruluş Devlet Su İşleri (DSİ) Genel Müdürlüğü’dür. Su konusundaki ulusal ve uluslararası politikaların oluşturulması ve izlenmesindeki koordinasyonu ise Dışişleri Bakanlığı üstlenmiştir. Bununla birlikte, Türkiye’nin henüz bütüncül bir su politikası ve suyun yönetimiyle ilgili temel ilke ve yöntemlerin çerçevesini belirleyen bir “su çerçeve yasası” bulunmamaktadır. Ayrıca DSİ ile yerel, bölgesel ve ulusal düzeyde suyun kullanımıyla ilgili diğer kurumlar arasında eşgüdüm zorlukları da bulunmaktadır.
Suyun kullanımına yönelik planlar:
DSİ, ülkemizde net olarak kullanılabilecek su miktarı toplamının 112 milyar metreküp olduğunu kabul etmektedir. Bu kaynağın 40,1 milyar metreküpü 2003 yılı itibariyle kullanıma açılmıştır. 40,1 milyar metreküp suyun %74’ü sulama sektöründe, %15’i içme suyu sektöründe ve %11’i ise sanayide kullanılmaktadır. DSİ’nin 2030 stratejisinde ise 112 milyar metreküpün tamamının başta sulama amaçlı olmak üzere kullanılması hedeflenmektedir. Ayrıca, 2005 yılında 45,3 milyar kilovatsaat olan hidroelektrik enerjisi üretiminin 2030 yılında 127,3 milyar kilovatsaate çıkarılması planlanmaktadır. DSİ, yukarıda belirtilen hedeflere ulaşabilmek için toplam 71,5 milyar ABD Doları gerektiğini belirtmektedir (DSİ web sitesi). Bu sebepten dolayı, yürütülen politikada özel sektörün her türlü proje ve yatırımını kolaylaştıracak düzenlemeler yapılmaktadır.
Öte yandan, öngörülen projelerin çevreyi ve su döngüsünü nasıl etkileyeceğiyle ilgili ulusal bir değerlendirme bulunmamaktadır. DSİ’nin 2030 hedeflerine yönelik projelerin uygulanmasında çevre üzerindeki etkiler bir bütün olarak değerlendirilmediği takdirde, Türkiye’deki doğal yaşam ile yer altı ve yer üstü su kaynaklarının kalite ve miktarı ile su ekosisteminde ciddi kayıplar meydana gelecektir.
Uluslararası sular:
Türkiye’nin toplam su kaynağının önemli bir kısmı, başta Fırat – Dicle Havzası olmak üzere, sınır aşan su havzalarında yer almaktadır. Bu nedenle sınır aşan suların kullanımına yönelik ilkeler Türkiye’nin su politikasının önemli bir bölümünü oluşturmaktadır. Ne var ki, sınır aşan sularımız konusundaki tartışmaların multidisipliner bir yöntemle hazırlanan bilimsel verilere dayanarak yapılmaması, konunun bir tabu olarak görülmesine ve Türkiye içinde ve dışında bir dizi spekülasyonun oluşmasına neden olmuştur. Su konusunda ülkemize yeni düzenlemeler getirecek olan Avrupa Birliği Su Çerçeve Yönetmeliği (2000/60/EC) sınır aşan sular konusundaki çalışmaların daha da titizlikle yapılmasını gerektirecektir. Bu konudaki müzakerelerin başarıyla sonuçlandırılması için ilgili kamu kuruluşlarının ve ulusal sivil toplum kuruluşlarının bilimsel veriler ışığında mutlak görüş birliğine varması en temel ulusal önceliklerimizden biridir.
Tarım ve su:
DSİ, ülkemizde sulanabilecek alan miktarının 8,5 milyon hektar olduğunu ve bunun 4,9 milyon hektarının sulanabildiğini belirtmektedir. DSİ’nin 2003 verilerine göre tarım sektöründe kullanılan suyun miktarı 29,6 milyar metreküptür ve bu miktarın 2030 yılında 72 milyar metreküpe çıkarılarak 8,5 milyon hektarın tamamının sulanması hedeflenmektedir.
Ülkemizde yapılan sulama faaliyetlerinin %94’ü suyun aşırı kullanımına neden olan yüzey sulama (karık, tava, salma) yöntemleriyle yapılmaktadır. Bu yöntemlerle yapılan sulamada suyun yaklaşık yarısı ürün tarafından kullanılamamakta ve israf olmaktadır. Yüzey sulamasının bir diğer olumsuz etkisi ise orta vadede tuzlanmaya neden olarak toprağı verimsizleştirmesidir. Bu noktada, Türkiye’nin öncelikle halihazırda tarımın hizmetinde olan su kaynaklarının verimli kullanımını sağlayan politika ve uygulamalara ihtiyacı vardır. Ancak, Türkiye’nin sulama yatırımlarına yönelik planları ağrılıklı olarak yeni su kaynaklarının tarıma arzı yönündedir. Öte yandan, sulama yatırımları, nerede, hangi ürün deseniyle ve nasıl bir yöntemle sulama yapılacağı bütüncül bir şekilde planlanmadan yapılmaktadır. Bundan önceki uygulamalar, bu yaklaşımın ciddi ekonomik ve ekolojik kayıplara neden olduğunu göstermektedir.
Enerji ve su:
Hidroelektrik enerji, Türkiye’nin 2004 yılındaki elektrik enerjisi üretiminin yüzde 23,85’ini oluşturmaktadır. 2005 yılı itibariyle 45,3 milyar kilovatsaat olan hidroelektrik enerji üretiminin 2030 yılında 127,3 milyar kilovatsaat seviyesine çıkarılarak Türkiye’deki hidroelektrik kaynakların en üst verimle kullanılması planlanmaktadır. Bu hedefe ulaşabilmek için hidroelektrik santrallerinin sayısının 2030 yılında 135’den 678’e çıkarılması gerekecektir.
Ancak üretimin hızla artırılmasının hedeflenmesi, artan hidroelektrik santralleriyle nehirlerin doğal akışının bozulması sonucunu doğuracaktır.
Gelecekteki enerji ihtiyacının doğru tahmin edilmesi, tüm enerji yatırımlarında olduğu gibi, hidroelektrik enerji yatırımlarının planlanmasında da en temel adımdır. Ne var ki, Türkiye’nin gelecekteki enerji ihtiyacına yönelik yapılan tahminlerde önemli farklar bulunmaktadır. 2000 yılında yapılan tahminlere göre 2020 yılındaki enerji ihtiyacımız Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı tarafından 570 milyar kilovatsaat; Türkiye Elektrik Üretim İletim Anonim Şirketi tarafından 547 milyar kilovatsaat; TMMOB Elektrik Mühendisleri Odası tarafından ise yalnızca 310 milyar kilovatsaat olarak belirlenmiştir (TMMOB, 2004). Aradaki farkın nedenlerinin tam olarak ortaya konması, enerjiye gereğinden fazla yatırım yapılmasını engelleyecek ve bunun yerine daha farklı yatırımlara öncelik verilmesini sağlayacaktır.
Türkiye’nin enerji politikası, talebin yönetimi yerine ağırlıklı olarak arzın yönetilmesi üzerine kurulmuştur. Bu yaklaşım, enerji yatırımlarının mümkün olduğunca fazla enerji üretmek üzerine odaklanmasına ve “enerjinin verimli kullanımı” gibi talep yönetimine dayalı uygulamaların geri planda kalmasına neden olmaktadır. Örneğin, enerjinin nakli sırasında kayıp ve kaçakların %20’lere yaklaşması enerji kullanımımızı verimsizleştirmektedir. Ayrıca, Elektrik İşleri Etüt İdaresi yalnızca gerekli tasarruf önlemleri alınarak yılda 3 milyar Dolar değerinde enerji sağlanabileceğini belirtmektedir.
Sosyal ve çevresel maliyetlerin tam olarak hesaplanmaması ve projenin çevre üzerindeki etkilerinin fizibilite çalışmalarına dahil edilmemesi, hidroelektrik enerji üretiminde pek çok beklenmeyen olumsuz etki doğurmaktadır. Dünya Bankası ve Dünya Doğayı Koruma Birliği (IUCN) tarafından 1998 yılında kurulan Dünya Barajlar Komisyonu, bu olumsuz etkileri ayrıntılı bir şekilde incelemiştir. Komisyonun hazırladığı raporda; yatırımcı ve karar vericilerin barajlar konusunda daha dikkatli bir planlama yapmaları önerilerek özellikle büyük barajların verimli olmadığı, bu yatırımların sadece sosyal ve ekonomik anlamda değil aynı zamanda çevresel açıdan da büyük sorunlara neden oldukları bildirilmiştir. Ayrıca, Ekonomik İşbirliği ve Kalkınma Organizasyonu (OECD) tarafından 16 Kasım 2005 tarihinde yapılan açıklamada, hidroelektrik enerji yatırımları yenilenebilir enerji tanımına dahil edilmemiştir. Ülkemizde bugün yatırım aşamasına gelen baraj projelerinin büyük kısmı geçtiğimiz elli yıl içinde planlanmıştır ve bu projeler, uygulama aşamasında yukarıdaki güncel yaklaşımlar dikkate alınmadığı takdirde ülke ekonomisine ve doğal kaynaklarına yarardan çok zarar getirecektir.
Çevre ve su:
Suyun doğal döngüsü ve akışı yeryüzündeki yaşam için paha biçilemez ekolojik ve ekonomik faydalar sağlamaktadır. Çevresel etkileri yeterince araştırılmadan uygulanan projeler suyun doğal fonksiyonlarına zarar vermektedir. Ülkemizde bugüne kadar uluslararası öneme sahip 135 sulak alan belirlenmiş ve 2005 yılında yeniden düzenlenerek 25818 sayılı ve 17 Mayıs 2005 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği ile tüm sulak alanların korunması gerektiği hüküm altına alınmıştır. Ülkemizin taraf olduğu uluslararası sözleşmelerden Ramsar Sözleşmesi de suyun akılcı kullanımı konusunda Çevre ve Orman Bakanlığı başta olmak üzere tüm kamu kuruluşlarına bir dizi görev yüklemektedir.
Öte yandan, bugüne kadar DSİ başta olmak üzere farklı yatırımcı kamu kuruluşları tarafından yapılan projeler neticesinde toplam 1 milyon 400 bin hektar sulak alan yok olmuş ve nehirlerimizin önemli bir kısmının doğal yapısı bozulmuştur. Yok olan sulak alanlarla birlikte sazcılık, balıkçılık, tarım gibi doğrudan gelir kaynaklarının yanı sıra; sulak alanların yer altı sularını beslemesi ve doğal arıtım gibi ülke ekonomisine dolaylı katkıları da ortadan kalkmıştır. Son elli yıl içinde su kaynaklarına yapılan müdahaleler sonucunda birçok canlının nesli tehlike altına girmiş ve bazı türler ise tümüyle yok olmuştur. Bugün halen daha baraj projeleri nedeniyle ülkemizde üreyen her dört su kuşundan üçü ve pek çok endemik bitki türü yok olma tehlikesiyle karşı karşıyadır. AB kriterlerine göre yüksek doğal değere sahip alanların (Önemli Doğa Alanları) en az üçte biri baraj ve sulama projeleri nedeniyle tehdit altındadır.
İlkeler
Üstün kamu yararı: Üstün kamu yararı, kamu sağlığı ve milli güvenlik gibi toplumsal menfaatler ile çevre ve doğal kaynakların sağladığı yaşamsal faydaların bir bütünü olup her türlü ekonomik gaye ve kazançtan daha öncelikli olan en üst toplumsal yararı ifade etmektedir. Su, tüm toplumun faydalandığı bir doğal kaynak olduğu için suyun kullanımına yönelik tüm girişimler üstün kamu yararı çerçevesinde yapılmalı, halkın çevresel bilgiye erişimi ve karar alma süreçlerine katılımını sağlayacak mekanizmalar oluşturulmalıdır.
Suyun kullanımında talebin yönetilmesi: Suyumuzun tasarruflu kullanılması ve gelecek nesillere kaliteli ve yeterli su aktarılması için yapılan planlarda arz değil talep yönetilmelidir. Talebin öncelikli olarak ele alınması, su kaynaklarına yönelik yatırımların kullanıcı tarafından yüksek verimle kullanılmasını sağlamaktadır. Arzın yönetimi ilkesi ise kullanıcının beklenti ve kapasitesini dikkate almadığı için yapılan yatırımın karlılığını önceden garanti altına alamamaktadır. Sonuç olarak, arzın talepten fazla olması, ülke ekonomisine zarar olarak yansımaktadır.
Entegre havza yönetimi: Bu yönetim biçimi, havza içerisindeki tüm sektörlerin suya yönelik taleplerinin belirlenerek su kaynaklarının bu talepler doğrultusunda bütüncül olarak planlanmasını öngörmektedir. Bu sayede, elde bulunan su bütçesi adil bir şekilde paylaşılmakta ve havzanın her noktasındaki su kaynaklarının geleceği garanti altına alınmaktadır. Entegre havza yönetimi yaklaşımı, eldeki su kaynaklarının ekonomik, sosyal ve çevresel açıdan en verimli şekilde kullanılmasını benimsediği için olumsuz çevresel etkileri kanıtlanmış havzalar arası su transferi ihtiyacını daha en baştan ortadan kaldırmaktadır.
Suyun doğal döngüsünün göz ardı edilmemesi: Suyun herhangi bir mühendislik düzenleme olmaksızın sağladığı ekolojik ve ekonomik faydalar paha biçilmezdir. Örneğin, çoğu zaman boşa aktığı düşünülen nehirler denizle buluştukları yerlerde tarım ve balıkçılık açısından son derece önemli olan deltaları oluşturmaktadır. Bu nedenle, Türkiye’nin su politikası suyun boşa akmadığı ilkesini içermeli; herhangi bir yatırım nedeniyle doğal su döngüsünün sekteye uğramaması için her türlü önlem alınmalı, mümkün olmayan durumlarda ise, bu etkinin azaltılması için gerekli yan projeler hayata geçirilmelidir.
ABce İttifakı’nın Önerileri
Kurumsal durum
1. Bütüncül bir su politikasının ve suyun yönetimiyle ilgili temel ilke ve yöntemlerin çerçevesini belirleyen bir “su çerçeve yasasının” ilgili sivil toplum kuruluşları ve akademisyenlerin katılımı ile hazırlanması ve en geç 2007 sonuna kadar yürürlüğe girmesi sağlanmalıdır.
2. Avrupa Birliği Su Çerçeve Yönetmeliği’nin ulusal mevzuatımızla uyumlaştırılması sürecinde ilgili sivil toplum kuruluşlarının etkin katılımı sağlanmalıdır.
Suyun kullanımına yönelik planlar
3. DSİ’nin bugüne kadar tamamladığı projeler çevresel ve ekonomik açıdan değerlendirilerek yapılan hataların yinelenmesi engellenmelidir.
4. Çevresel fizibilite, DSİ’nin yeni projeleri uygulanmadan önce temel kriterlerden biri olarak değerlendirilmelidir.
5. DSİ’nin tüm projeleri çevresel açıdan bir bütün olarak değerlendirilmeli ve farklı havzaların su kaynakları üzerindeki etkileri kümülatif olarak ölçülmelidir.
6. Su kullanımına dayalı farklı ölçekteki projelerin her biri çevresel, toplumsal, ekonomik etkileri bakımından yeniden değerlendirilmelidir.
7. Su rejimine müdahale içeren tüm projeler resmi Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) sürecine tabi tutulmalıdır.
8. Yukarıdaki dört maddeden en az biri kapsamında çevresel açıdan olumsuz etkileri olduğu belirlenen projeler revize edilmeli veya tümüyle iptal edilmelidir.
9. Su kaynaklarının kullanımında havza bazında planlamaya geçilmeli ve bunun için gerekli kurumsal yapılanma başlatılmadır.
10. Suyun kullanımına yönelik tüm girişimlerin üstün kamu yararı çerçevesinde değerlendirilmesinden hareketle, su kaynaklarının çevreyi ve AB kriterlerine göre yüksek doğal değerleri olan alanları gözeten ve yalnızca yatırım odaklı olmayan politika ve uygulamalar oluşturulmalıdır.
Uluslararası sular
11. Uluslararası sular konusunun multidisipliner bir yöntemle hazırlanan bilimsel verilere dayanarak, ilgili kamu kuruluşlarının ve ulusal sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla tartışılması gerekmektedir.
Tarım ve su
12. Halihazırda tarımın hizmetinde olan su kaynaklarının verimli kullanımını sağlayacak politika ve uygulamaların, ilgili resmi ve sivil toplum kurumlarının işbirliği ve gerekli yasal ve teşvik içeren önlemlerle geliştirilmesi gerekmektedir.
13. Sulama faaliyetlerinde yüzey sulama yöntemleri yerine su kullanımının daha verimli olduğu basınçlı sulama yöntemleri desteklenmelidir.
14. DSİ’nin, nerede, hangi ürün deseniyle ve nasıl bir yöntemle sulama yapılacağı konularında, konu ile ilgili olan diğer kamu ve sivil toplum kurumları ile koordinasyon sağlaması ve sulama yatırımlarını bütüncül bir şekilde planlanması gerekmektedir.
Enerji ve su
15. Enerji yatırımlarının verimli bir şekilde planlanması için enerji ihtiyacımız doğru tahmin edilmelidir. Enerji ihtiyacımıza yönelik tahminlerin yapılmasında ilgili kurumlar arasında koordinasyon ve görüş birliği sağlanmalıdır.
16. Türkiye’nin enerji politikası oluşturulurken, enerji arzı yerine talebin yönetilmesi dikkate alınmalıdır.
17. Enerji nakli sırasındaki kayıp ve kaçakların önlenmesi için gerekli yatırım ve planlamalar ivedilikle gerçekleştirilmelidir.
18. Hidroelektrik enerji üretiminde barajlar yerine nehir santralleri, merkezi enerji üretimi yerine ise yerel enerji üretimi yaklaşımı benimsenmelidir.
19. DSİ’nin, çevresel etkisi olumsuz olduğu belgelenen tüm baraj projeleri gözden geçirilmeli ve olumsuz etkisinin azaltılamayacağı projeler iptal edilmelidir.
Çevre ve su
20. 2005 yılında yeniden düzenlenerek 25818 sayılı ve 17 Mayıs 2005 tarihli Resmi Gazete’de yayınlanan Sulak Alanların Korunması Yönetmeliği’nin tüm hükümleri istisnasız uygulanmalıdır.
21. Sulak alanlar başta olmak üzere AB kriterlerine göre yüksek doğal değere sahip tüm alanların (Önemli Doğa Alanları) korunabilmesi için bu alanları etkileyen enerji ve tarım projeleri ilgili kurumlarca revize edilmelidir.
22. Tüm mevcut ve planlama aşamasındaki projeler ÇED sürecine tabi tutulmalıdır. Yürürlükte olan ÇED Yönetmeliği’nin bazı projelerin ÇED sürecinden muaf tutulmasını sağlayan geçici maddeleri ivedilikle yürürlükten kaldırılmalıdır.