Yeşil Doku ve Ormanların Korunmasında Sivil Toplum Kuruluşlarının Rolü | ÇEKÜL

Yeşil Doku ve Ormanların Korunmasında Sivil Toplum Kuruluşlarının Rolü

Yeşil Doku ve Ormanların Korunmasında Sivil Toplum Kuruluşlarının Rolü

Handan Dedehayır, ÇEKÜL Vakfı

Yirminci yüzyıl boyunca ivme kazanan ve bugün artık ertelenemez bir aciliyet kazanan çevre sorunları, toplumsal ayrışmanın da en keskin yaşandığı alanlardan biri oldu. Serbest piyasa düzeninin toplum yararı gözetmekten çok, olabildiğince düşük maliyetle olabildiğince yüksek kârlılık sağlamak uğruna, doğal kaynakları olabildiğince tüketerek ve çevreyi olabildiğince kirleterek ayakta kalmaya çalışmasına karşı, devletlerin doğal kaynakları ve çevreyi korumaya yönelik yasal ve idari yükümlülüklerini uygulamakta ve denetlemekte yetersiz kalması çevre sorunlarını bugünkü durumuna getirdi. Yeşil dokunun, canlı türlerinin ve giderek binlerce yıllık kültürel çevrenin yok olmasının önüne geçilememesi, sivil halk topluluklarının temiz, sağlıklı ve sürdürülebilir bir doğal ve kentsel çevrede insanca yaşama ve çocuklarını yaşanabilir bir dünyada yetiştirme özlemlerinin umutsuzluğa dönüşmesi, yaşamsal çelişkilere neden oldu. Halkın sözcüsü ve savunucusu konumundaki sivil toplum kuruluşları ise, doğal varlıkların ve sağlıklı bir kentsel çevrenin koruyuculuğunu üstlenirken gerek iş dünyası gerekse devletle karşı karşıya geldiler. Çevre üzerinden yaşanan bu çelişki ve çatışma, klasik toplumsal ayrışma modelinin bir temsili olarak bugün de önümüzde durmaktadır.  İstanbul’un yeşil dokusu ve orman varlıklarına yönelik tehditler karşısında oluşan yurttaş ve sivil toplum kuruluşlarının başlattığı ve kararlılıkla sürdürdüğü hareketler, ülkemizde bu kapsamdaki en güncel gelişme olarak önemli bir örnektir. “Belgrad İçin Hareket”, “Diren Polonezköy”, “Kuzey Ormanları Savunması”, “Kent Savunması Platformu” gibi oluşumlar, kent insanlarının doğayla etkileşimini her gün biraz daha kısıtlayan ve genç kuşakların geleceğini ipotek altına alan gelişmelere verdikleri haklı tepkiler sonucunda oluşan bir mücadele alanı olarak dikkat çekiyor.   

Doğaya Saygı

İnsanoğlu, doğanın kendisine sunduğu yaşam alanlarını kullanarak varlığını sürdürdü,  kültürünü oluşturdu. Yaban doğanın acımasızlığı karşısında bazen çaresiz kaldı, bazen zorlu mücadeleler sonucunda hayatta kalmayı başardı. Ama ilk insan, dünya üzerindeki varlığını doğaya borçlu olduğunu hiç bir zaman unutmadı. Kadim kültürler ağaçları, hayvanları, doğa olaylarını tanrılaştırdı, onlara tapındı, zor zamanlarında onlara sığındı. Yaşam alanlarını oluştururken doğaya saygıda kusur etmemeye özen gösterdi; doğanın nimetlerini sömürerek değil, doğanın yasalarını çözümleyip onlarla uyum içinde yaşamayı seçti. Biyosferin en önemli bileşeni olan orman ekosistemleri, en eski çağlardan bu yana insanların önde gelen yaşam kaynağı oldu. İnsan eliyle dikilip yetiştirilen ilk orman dikim alanlarının, 5. yüzyılda Adriyatik kıyılarında, o dönemde Bizans egemenliğinde olan Romagna bölgesindeki keşişler tarafından, yakacak ve besin ihtiyaçlarını karşılamak için dikilen fıstık çamları olduğunu biliyoruz[1]. Büyük ozan Dante Alighieri’nin 1308 yılında yazdığı İlahi Komedya şiir kitabının başında söz ettiği devasa orman işte bu ormandı. 7. yüzyılda ormanlarla ilgili ilk düzenlemeyi getiren Vizigotlar, o dönemde yaşanan ahşap sıkıntısına karşı meşe ve çam ormanlarını korumak amacıyla bir kanunname çıkardılar. Çin’de ise orman kaynaklarının kullanımı ve yönetiminin, Han Hanedanlığı (İ. Ö. 206-İ.S. 220)  zamanından başlayan ve toprak sahibi soyluların gözetiminde yürütülen uzun bir tarihi var. Ortaçağda Avrupasında toprakların denetim altına alınması için getirilen düzenlemeler, köylülere yakacak odun ve kereste ihtiyaçları için ormanlardan denetimli yararlanma izni verirken, avlanma hakkını yalnızca soylulara tanımaktaydı. Kereste üretiminin sürdürülebilirliğini sağlamak amacıyla oluşturulan orman yönetim sisteminin 14. yüzyılda Almanya’da Nuremberg[2] gibi bazı eyaletlerde ve 16. yüzyılda da Japonya’da[3] başladığı söylenir. Nihayet 19. yüzyıl sonu ve 20. yüzyıl başlarında İngiliz mandasındaki Hindistan’da, Amerika Birleşik Devletleri’nde ve Avrupa’da orman koruma programları devreye girdi. Orman yasalarının çıkarılması ve uygulanmaya başlaması ise çoğu Batı ülkesinde, korumacılıkla ilgili kaygıların arttığı ve orman ürünlerini işleyen sanayilerin teknolojik olanaklarının geliştiği 20 yüzyıla denk gelir. Zaman içinde ormancılık bağımsız bir bilim dalı haline geldi, giderek ekoloji ve çevre biliminin de gelişmesi sonucunda toprak kullanım bilimleri içinde yerini aldı[4]. Doğal ormanların yönetim esasları doğal ekoloji ile bütünleşti, ormanlar ve dikim alanları, ekolojik ve ekolojik tarım ilkelerine göre yönetilmeye başladı.  

19. yüzyıldan sonra kamuoyunda da doğa ve orman koruma bilincinin uyanmaya başladığı görülür. Bu yüzyıl ortalarında Paris’te bir ressamlar grubunun, Fontainebleau Ormanının korunması için dağınık ve yapılanmamış bir eylemle konuya dikkat çekmesi, ilk kent ormanı savunma hareketi olarak tarihte yerini aldı. Yine aynı dönemlerde İngiltere’de Nature Trust, ABD’de Sierra Club gibi örgütlenmeler gelişecekti. Bu tür kuruluşlar, doğayı yalnızca insana sağladığı yararlar açısından değil, kendi içinde bir değer olarak savundular. Örgütlenme biçimleriyle, hedef kitlelerine ulaşmada kullandıkları yöntemlerle, yayınlar ve eğitim faaliyetleriyle örnek oldular. Bu tür gelişmeler çevre bilincinin artmasına katkıda bulunduğu gibi, geniş halk kitlelerini hedef alan yayınlarla da etkili oldu. 1962 yılında Amerikalı biyolog Rachel Carson’ın tarım ilaçları ve özellikle de DDT’nin doğal alanlara ve çevreye verdiği zararları konu alan Sessiz Bahar adlı kitabı, 1968’de Paul Ehrlich’in kontrolsüz nüfus artışının doğal alanlar ve kent çevresi üzerinde yarattığı baskılara dikkat çeken kitabı Nüfus Bombası  (1990’daki baskısı Nüfus Patlaması),  nüfus artışıyla, küresel ısınma, yağmur ormanları, açlık ve su kirliliği arasındaki bağlantıyı ortaya koydu. 1972’de yayınlanan Roma Kulübü’nün ilk kitabı Büyümenin Sınırları, ekonomik gelişmenin ve nüfus artışının sınırlı doğal kaynaklar üzerindeki etkilerini ve sonuçlarını gündeme getirdi. Rapor, doğal ve kentsel çevre ile ilgili sorunların aşılabilmesi için ekonomik büyümeye ve maddi refaha odaklanan kısa vadeli bakışın terkedilmesi gereğine işaret etmekteydi.    

İlk Örgütlenmeler

1948 yılında dünyanın en eski ve en büyük küresel çevre kuruluşu olan Uluslararası Doğayı Koruma Birliği (The International Union for Conservation of Nature) kuruldu. Bugün 200’den fazla devletin ve 900’den fazla STK’nın üye olduğu IUCN, 1200’ü aşkın kuruluşun bir araya gelmesinden oluşuyor. 160 ülkeden 11,000 den fazla gönüllü bilim insanı ve uzman kuruluşun komisyonlarında görev yapıyor; bu haliyle dünyanın en büyük profesyonel küresel koruma ağını oluşturuyor. Merkezi İsviçre’de, Cenevre yakınlarında Gland’da bulunan IUCN’in dünya üzerindeki 45 ofisinde 1000’in üzerinde görevli çalışıyor, farklı ülkelerden kamu, sivil ve özel sektörden yüzlerce gönüllü ortağı var. IUCN, biyoçeşitliliğin iklim değişikliği, sürdürülebilir gelişme ve gıda güvenliğinin güvencesi olduğu ilkesinden hareketle misyonunu, biyoçeşitliliğin korunmasını olarak belirliyor, koruma ve kalkınma konularında uygulanabilir çözümler üretmek için çalışıyor.

1926 yılından bu yana her altı yılda bir Birleşmiş Milletler Gıda ve Tarım Organizasyonu FAO’nun himayesinde toplanan Dünya Ormancılık Kongresi (WFC) de dünya ormancılığı alanında çalışan en geniş kapsamlı ve en etkili topluluk olarak öne çıkıyor. Dünya ormanlarının korunması, yönetimi ve kullanımına ilişkin bilgi ve deneyim paylaşımını hedefleyen Dünya Ormancılık Kongresi, uluslararası diyaloga dayanan, sosyo-ekonomik ve kurumsal sorunları da gözeten ve orman politikalarının geliştirilmesine yönelen bir forum niteliği taşıyor.

Ormancılık alanında çalışan bir başka kuruluş olan Orman Yönetim Konseyi FSC (Forest Stewardship Council) ise; sorumlu ve sürdürülebilir orman yönetim sistemlerinin yaygınlaştırılmasını ve kötü orman politikalarının engellenmesini ilke edinmiştir. Kâr amacı gütmeyen bir kuruluş olan FSC, 1990 yılında Kaliforniya’da, orman ürünleri üreticileri, dağıtıcıları, kullanıcıları ile çevre ve insan hakları konusunda çalışan sivil toplum kuruluşları tarafından kurulmuştur. Merkezi Bonn’da bulunan Konsey’in Asya, Avrupa, Kuzey ve Güney Amerika’da bölge temsilcilikleri ve 45 ülkede ulusal örgütleri bulunmaktadır. Belirlemiş olduğu uluslararası standartlar doğrultusunda FSC, doğru orman yönetimiyle elde edilen ürünlere uygunluk sertifikası verir ve sertifikaya hak kazanan ürünler dünya üzerinde FSC logosuyla tanınır.

Doğa korumacı bir tavır benimseyen sivil toplum kuruluşlarının ortaya çıkması ise oldukça yeni bir oluşumdur. 1970’lerden itibaren yerel, ulusal ve uluslararası nitelikteki Greenpeace, Friends of the Earth, WWF gibi çeşitli çevreci örgütlenmeler, küresel iklim değişikliğinden çalışma ortamlarındaki hava kalitesine kadar çeşitlilik gösteren, geniş bir yelpazede çalışmalar yürütmeye başladılar. Çevre hareketi, kamuoyunun çevre sorunlarına ilişkin algısını biçimlendirmekte en etkili güç oldu. Araştırmalar da halkın çevre konularında çevreci örgütlere, bilim adamları ve yetkililerden daha fazla güvendiğini ortaya koyuyordu. 

1980’lerin ortalarında, sürdürülebilir gelişme heyecan uyandıran bir kavram olarak sahneye çıkarak çevre politikalarına bir çerçeve oluşturdu. Tüm dünyada STK’ların ve kamu kuruluşlarının boy gösterdiği konferanslarda en sık dile getirilen kavram haline geldi. Brundtland Raporu olarak da bilinen ve 1987 yılında yayınlanan “Ortak Geleceğimiz” raporunda dile getirilen sürdürülebilir gelişme kavramı, çevre yönetimi ve politikalarındaki bilimsel-teknik yaklaşımın egemenliğini yıktı. Etik anlamlar da içeriyor, yerelden küresele uzanan bir ölçekte tüm aktörleri ortak sorumluluğa çağırıyor, kuşaklar arasında bir dayanışma fikri de taşıyordu. Birleşmiş Milletler Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonun raporu (1987) bu konuda bir dönüm noktası oldu, çevre yıkımı ile dünya ekonomisi arasındaki bağı gözler önüne serdi. 1992 tarihinde Rio De Janerio’da toplanan Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı çevre sorunlarını olanca ağırlığıyla dünyanın gündemine yerleştirdi.

1990’lardan sonra küreselleşmenin hız kazanmaya başladığı yıllarda çevre ve ormancılık sorunları gündemin en önde konuları arasında yer aldı. Bu dönemde bir tarafta çevresel değerlerin umursamazca gözardı edilmesi, doğal kaynaklar ve ormanların hızla yok oluşu tüm insanlığı tehdit ederken, diğer tarafta bu hızlı gidişi sınırlı olanaklarla durdurmaya çalışan sivil toplum kuruluşlarının mücadelesine tanık olunmaktaydı.

Türkiye’de gönüllü çevre kuruluşları

Türkiye’de çevre ve ormancılık sorunlarına odaklanan ilk sivil toplum kuruluşları 1924’te kurulan Türkiye Ormancılar Derneği ve 1955’te kurulan Türkiye Tabiatını Koruma Derneği’dir. 1980’lerde en güncel mücadele alanı orman alanlarının turizm tesislerine tahsisine karşı yapılan eylemlerle konuyu kamuoyu gündeminde tutmaya çalışmak olmuştu.

Küreselleşmenin dünyada alabildiğince etkilerini gösterdiği 1990’lı yıllar çevre ve orman sorunlarını benimseyen gönüllü kuruluşların da sahneye çıktığı yıllar oldu. 1972’de TÜRÇEK (Türkiye Çevre Koruma ve Yeşillendirme Kurumu), 1975’te Doğal Hayatı Koruma Derneği,1978’de Türkiye Çevre Vakfı, 1989’da KIRÇEV (Kırsal Çevre ve Ormancılık Sorunlarını Araştırma Derneği),  1990’da ÇEKÜL (Çevre ve Kültür Değerlerini Koruma ve Tanıtma Vakfı), 1992’de Greenpeace Türkiye, 1992’de TEMA (Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı), 1994’te Deniz Temiz Derneği (TURMEPA), 2002’de WWF Türkiye  (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), 2002’de Doğa Derneği kuruldu.

 Çevre ve ormancılık alanlarında etkinlik gösteren sivil toplum kuruluşları, toplumun tüm kesimlerinin (kamu-özel-yerel-sivil) bu alanlarda görev alması gerektiğini, sivil toplum kuruluşlarının bu konudaki başlıca rolünün kamuoyu oluşturmak, karar alma süreçlerine katılım ve projeler olduğunda birleştiler ve bu yönde çaba gösterdiler. Ancak mali kaynakların yetersizliği ve süreklilikten yoksun olmasının yanı sıra devlet kurumlarıyla ilişkilerin çoğunlukla göstermelik olması, ÇED raporlarının dikkate alınmaması, mahkeme kararlarının ve mevzuatın uygulanmaması, koruma bölgelerinin sermayenin kullanımına açılması gibi konularda sorunlar olanca hızıyla devam etti. Yine de Türk STK’ları değişik boyutlarda eylemlerin öncülüğünü yapmayı sürdürdüler, halkı ortak noktalarda toplamak, sorunların çözümüne yönelik olarak devletin önlemler almasını sağlamak yönünde baskı oluşturabildiler.

“Doğa ve Kültürle Varız”

ÇEKÜL Vakfı, 1990 yılında İstanbul’da Prof. Dr. Metin Sözen ve 25 arkadaşı tarafından kuruldu. Doğal ve kültürel varlıkları koruyarak yaşatma sorumluluğunun toplumun tüm kesimlerince paylaşılmasını ve kültür öncelikli politikaların ülke gündeminde yer almasını sağlamayı misyon edindi.

ÇEKÜL, doğa-insan-kültür birliğine dayanan bir anlayışla, toplumun tüm kesimlerini ortak bir amaç doğrultusunda çalışmalara katılmasına, bir başka deyişle kamu-yerel-sivil-özel birlikteliği’ne öncelik verir. Amaç birliği yaptığı kişi ve kuruluşlarla, bilim, eğitim ve kültür kurumlarıyla, yerel ve merkezi yönetimlerle ortak projeler geliştirir ve uygular, yönlendiricilik yapar. Her ölçekteki yerleşim yerinde gönüllü örgütlenmelere öncülük eder. Toplumun her yaş dilimi ve her kesimine yönelik eğitimler, yayınlar, belgesel filmler ve ÇEKÜL Bilgi Belge Merkezi’ndeki kitap ve belge koleksiyonlarıyla kamuoyunu bilgilendirme çalışmaları yapar.

ÇEKÜL’ün anlayışına göre, insanoğlu doğal çevrenin sunduğu olanaklarla yaşamını kurar ve sürdürür. Doğa insanı çağırır, o çağrıya cevap veren insan doğayı kendi ihtiyaçlarına uygun hale getirir, ona yeni değerler katar. Bu etkileşim o yere özgü bir kültürün, bir yaşam biçiminin oluşmasına neden olur. Toprağında yetişebilen ürünlerle beslenir, yöresinde bulduğu doğal malzeme ile evini inşa eder, yeraltı ve yerüstü zenginliklerle geçim kaynaklarını yaratır. İnsan yerleşmeleri ile doğal oluşumlar arasında organik bir bağ ve etkileşim vardır.

Doğal çevrenin zarar görmesi, kentlerden anıtlara, arkeolojik varlıklardan geleneksel yaşam kültürüne insan hayatına anlam katan birçok değerin zarar görmesi demektir. Türkiye coğrafyasının bütününü bir miras olarak kabul etmek ve barındırdığı binlerce canlı ile birlikte korumak en temel sorumluluğumuzdur. 

Doğa yalnızca insana yaşama olanağı sağladığı için değil, insanların organik bir parçası olması nedeniyle de korunmalıdır. Ekonomik baskılar ve nüfus artışı karşısında gelişmenin denetlenmesi, politik güçlerin bilinçlenmesine ve kamuoyunda da karar verecek durumda olanları baskı altında tutabilecek bir kültürel bilinçlenme olmasına bağlıdır. ÇEKÜL Vakfı’nın bu anlayışı DOĞA VE KÜLTÜRLE VARIZ sloganında ifadesini bulur.

ÇEKÜL’ün Doğal Dokuyu Koruma Çalışmalarından Örnekler

ÇEKÜL Vakfı’nın doğal mirasa yönelik çalışmalarında, yeryüzünde canlı yaşamının en temel gereksinimlerini karşılayan ekosistemlerin başında gelen ormanlar ve su havzaları ağırlıklı olarak yer almaktadır. Türkiye’nin orman varlığını arttırmak, yeni kent ormanları kurmak, toprağı ve su havzalarını korumak, her bireyin her yıl tükettiği kadar ağacı doğaya geri vermesini sağlamak amacıyla projeler yapmaktadır.

92 Ormanı: Mart 1992’de İstanbullular, ÇEKÜL’ün çağrısıyla beton yapılaşmanın tehdit ettiği Beykoz Kavacık’taki bir alanı orman alanına dönüştürmek için bir araya geldi. 30 gün boyunca 170 hektar alana 102.500 fidan dikildi.

TEM Otoyolu Ağaçlandırma Projesi: Kasım 1992’de başlatılan projede, TEM Otoyolu Gaziosmanpaşa Viyadüğü ile Akşemsettin Viyadüğü arasında, kentlilerin katılımıyla 100 hektar alanda 100.000 fidan dikilerek yeşil kuşak oluşturuldu.

7 Ağaç Ormanları: 1994 yılında başlayan ve o gün bugündür, yurdun dört bir yanında hızla büyüyen ve büyümeye devam eden 7 Ağaç Ormanları’nın amacı, yaşamsal kaynakların dengeli kullanımı ve sürekliliği için, tüketim alışkanlıklarının gözden geçirilmesi gerektiği bilincini uyandırmaktı. Orman ve Su İşleri Bakanlığı işbirliğiyle sürdürülen çalışmalar, her bireyin, her yıl tükettiği kadar ağacı doğaya geri vermesine dayanır. Bugüne kadar milyonlarca doğaseverin desteğiyle dikilen fidanların sayısı 5 milyona ulaştı. Ormansızlaşmanın yarattığı sorunların bilincini taşıyan yurttaşlar, doğaya olan borçlarını ödeme sorumluluğu üstleniyor, kendi adlarına ya da sevdiklerine doğum günü, bayram, yılbaşı, nikâh, doğum, anneler günü gibi özel günlerde 7 Ağaç diktirebiliyor, koru oluşturabiliyor. Orman Bakanlığı’yla kurulan işbirliği, dikim ve bakım çalışmalarını ÇEKÜL’ün düzenli gözetim altında tutması, katılımcı kayıtlarının korunarak izlenmesi, katılımcılar adına düzenlenen ve gönderilen, fidanların yeri, cinsi, sayısı ile ilgili bilgilerin yer aldığı dikim belgeleri, tüm soru ve taleplerin anında karşılanması, 7 Ağaç çalışmalarına ve ÇEKÜL’e güveni artırıyor.

Yanan Orman Alanlarının Ağaçlandırılması: 1997-1998 yılları arasında Marmaris’in Çetibeli ve Hisarönü mevkilerinde, halkın katılımıyla 223 hektarlık yanmış bir orman alanında 300.000 fidan, 2001-2004 yılları arasında ise Bilecik’in Osmaneli ilçesinin Tütünlük mevkiinde, 100 hektarlık bir alanda yine halkın katılımıyla 140.000 karaçam fidanı dikildi.   

Eski Maden Alanlarının Ağaçlandırılması: Terk edilmiş maden alanlarının ağaçlandırılması için ÇEKÜL, 1994-1995 yılları arasında İstanbul’da Şile’nin Yeşilvadi Karaburun mevkiinde 16 hektarlık terkedilmiş bir maden alanına 21.500 fidanı dikimi gerçekleştirdi. Yine aynı dönemde Kilyos, Demirciköy’de 21 hektarlık bir alana 24.000 fidanı dikildi. 2003-2005 yılları arasında da İstanbul’da Sarıyer, Kısırkaya’da 16 hektarlık bir alana 16.000 fidanı kazandırıldı.

Kâğıttan Ormanlar 1995 yılında hayata geçirilen Kâğıttan Ormanlar projesiyle ÇEKÜL, üye işyerlerinden topladığı kullanılmış kâğıtların satışından elde ettiği geliri, 7 Ağaç Ormanları projesine aktararak yeni fidan dikimleri gerçekleştirdi. Bu konuda kamuoyunun bilinçlenmesini ve bu uygulamanın başka kurumlarca da benimsenip yaygınlaşmasını sağladı.

77 m2 Toprak Kurtarma: Toprak erozyonunun önlenmesi amacıyla 1998'de Gümüşhane’de Kelkit ve Harşit Çayı havzalarında başlatılan dikim çalışmaları, 2000 yılından itibaren, tarım ve hayvancılığı da içine alan "yöresel kalkınma" bağlamında genişletildi.

Niksar Ekolojik Tarım Çalışması: 2004 yılında Niksar Ekolojik Tarım Projesi (NET) ile organik tarım çalışmaları başlatıldı, çiftçilere teorik ve uygulamalı olarak, Organik Tarım Bilgilendirme Seminerleri düzenlendi, örnek bahçeler oluşturuldu.

Bahçesaray Cevizlerini Yaşatalım, Çoğaltalım Projesi: 1999’da başlayan projeyle Van’ın Bahçesaray ilçesinde cevizciliği canlandırmak ve yaygınlaştırmak amacıyla ceviz fidanları dikildi,  doğal doku geliştirildi ve halkın ekonomik düzeyi iyileştirildi. 2003’te başlayan Bahçesaray Geofitlerini Koruma ve Çoğaltma Projesi ile bir Geofit Deneme Bahçesi kuruldu. Nesli tehlike altında olan ve kültüre alınma potansiyeli bulunan geofit türleri dikildi, çiftçilere geofit dağıtıldı.

Okullara yönelik çevre eğitim programları: Koruma bilincinin genç kuşaklara aşılanması, çevre bilgisi kazandırılması, orman ve yeşil dokunun sevdirilmesi için her yaştan çocuk için özel olarak tasarlanan orman, ağaç ve doğal çevre eğitim programları 1990’lı yıllardan bu yana sürdürülüyor. Ağaçların Dilinden eğitim programı okullardan gelen talepler doğrultusunda yaygınlık kazanmaya devam ediyor.

ÇEKÜL doğal varlıklar ve çevre yayınları: Henüz çevre etiği kavramının yeni yeni gündeme geldiği günlerde Prof. Dr. Uçkun Geray tarafından yazılan Çevre Etiği kitabıyla başlayan ve Prof. Ünal Akkemik’in genç kuşaklara yönelik bir öykü üslubuyla kaleme aldığı, yeryüzünün oluşum serüveni bağlamında ağaçların oluşum sürecini anlattığı Ağaçların Dilinden kitapları ile süren ÇEKÜL yayınları okurla buluşmaya devam ediyor:  

  • Çevre Etiği, Prof. Dr. Uçkun Geray, 1997
  • Çevre Yazıları, ÇEKÜL Çevre Seminerleri içerikleri, 1998  
  • Sorularla Çevre, Prof. Dr. İlhan Talınlı, 1998
  • İnci Kefali: Bilgiler ve Mevzuat, Yrd. Doç. Dr. Mustafa Sarı, 2000
  • Bahçesaray Adında Bir Gezegen, Mustafa Masatlı, 2003
  • Van-Bitlis Yöresinin Geofitleri (Soğanlı, yumrulu, rizomlu bitkiler), 2003
  • Çevre Sorunları ve Sivil Toplum: Dünya ve Türkiye’de Çevreye Bakış, Prof. Dr. Melih Boydak, 2004
  • Van Gölü İnci Kefali, Doç. Dr. Mustafa Sarı, 2001
  • Çevresel Etki Değerlendirmesi, Doç. Dr. Firuz Yaşamış, 2003
  • Ağlayan Gelin ve Adıyaman Lalesi Üretici Rehberi, 2004
  • Ağaçların Dilinden, Prof. Dr. Ünal Akkemik, 2010, 2014 (2. Basım)
  • Belgrad Ormanı-Sorunlar ve Çözümleri, İ.Ü. Orman Fakültesi Öğretim Üyeleri, 2013

İstanbul’un orman varlığını savunma girişimleri: ÇEKÜL Vakfı, İstanbul’un yeşil dokusu ve orman varlıklarının son dönemde karşı karşıya kaldığı tehditler sonucu oluşan yurttaş girişimleri ve STK işbirlikleri içinde de aktif rol almış bulunuyor. 2013 yılında Belgrad Ormanlarında bakanlık tarafından yapılan statü değişikliğine karşı ÇEKÜL, İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi ile işbirliği yaparak bir çalışma başlattı. ÇEKÜL Vakfı, İstanbul’un en yaşamsal orman varlıklarının başında gelen Belgrad Ormanı’nın doğal miras niteliğinin ve ekolojik dengesinin korunarak kamu yararına kullanımı yönünde, uzman görüşlerinin kamuoyuyla paylaşılması ve yaygınlaştırılması amacıyla paneller, kitap yayınları, basın bildirileri düzenledi. Polonezköy’ün imar yönetmeliğinde yapılacak değişiklikle ilgili olarak, ilgili meslek odaları ve uzmanlarla işbirliği içinde itiraz hakkını kullandı, paneller ve basın duyuruları içinde yer aldı. Üçüncü İstanbul Köprüsünün neden olduğu orman kıyımına karşı oluşan Kuzey Ormanları Savunması’nın girişimlerine aktif olarak katıldı. Kent Savunması Platformu’nun üyesi olarak Fatih Ormanının imara açılmasına, Validebağ Korusunda tema parkı projelerine, Moda Bostanına otopark yapılmasına karşı yürütülen girişimlere destek veriyor.          

ÇEKÜL Vakfı; faaliyet alanına giren bakanlık çalışmalarını da yakından izlemektedir. Vakıf, eylem alanı ile ilgili bakanlıkların mevzuat ve gündem belirleme çalışmalarına davet edilmekte, Danışma Kurulu üyelerinin katkılarıyla görüşlerini bu çalışmalarda etkin bir şekilde ortaya koymaktadır. Çalışma alanını ilgilendiren iki bakanlık, Kültür ve Turizm Bakanlığı ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı son dönemlerdeki yasa ve yönetmelik çalışmalarında ÇEKÜL Vakfı’nın bilgilerine de başvurmaktadır. 7 Ağaç Ormanları Kampanyası, Biyoçeşitlilik ve Doğal Kaynak Yönetimi projelerinde işbirliği yaptığı Çevre ve Orman Bakanlığı (bugün Orman ve Su İşleri Bakanlığı) ile birlikte hazırlık, uygulama ve denetim süreçlerinin tümünde görev almıştır.

ÇEKÜL Vakfı; hazırlanan yazılı ve görsel yayınlar, karar alma süreçlerine katılım ve kamuoyu oluşturma çalışmaları ile çevre ve ormancılık sorunlarının çözümüne yönelik resmi politikalara etki etmeye çalışmaktadır. Çevre ve ormancılık alanında kamu kuruluşları, üniversiteler, özel sektör, sivil toplum kuruluşları, yerel yönetimler ve basının etkin rol alması gerektiğini düşünen ÇEKÜL Vakfı, sivil toplum kuruluşlarının bu alandaki en etkin rolünü kamuoyu oluşturma ve yasaların oluşturulmasındaki karar alma süreçlerine katılım olarak tanımlamaktadır. ÇEKÜL Vakfı gerek kamu kuruluşları gerekse özel sektör ile ortak çalışmalarda şeffaflık, eşitlik ve bağımsızlık ilkelerini temel çalışma ilkesi olarak belirlemiştir.

Sonuç

Bir yandan çevre sorunlarının giderek krize dönüşmesi ve insanlığın yeryüzündeki varlığını tehdit eder boyutlara ulaşması, bir yandan da toplumsal ve siyasal düzene ilişkin arayışlar, geniş halk kitlelerinin yaşanabilir bir çevre özlemini ve bu alanda onların sözcüsü ve savunucusu olan sivil toplum kuruluşlarını odak noktasına taşımış bulunuyor. Gelinen noktada yeşil dokunun, ormanların ve su havzalarının korunabilmesi için, toplumun tüm kesimlerinin, bütüncül ve çevre etiğine dayalı bir çerçevede harekete geçmesi ve işbirliğiyle el ele vermesi gerektiği görülmektedir. Bu bağlamda, çevre ve ormancılık alanında etkinlik gösteren STK’ların, giderek daha da önem kazanan rollerine yakışır biçimde, kendilerini geliştirmeleri, duruşlarını, değerlerini, sorumluluklarını ve eylem alanlarını doğru belirlemeleri gerektiği açıktır.   

 

 


[1] T. Mirov, Nicholas; Hasbrouck, Jean (1976). "6". The story of pines. Bloomington and London: Indiana University Press. p. 111. (Erişim: 22.08.2014 tarihinde http://en.wikipedia.org/wiki/Forestry sitesi)  

[2] Buttinger, Sabine (2013). "Idee der Nachhaltigkeit" [The Idea of Sustainability]. Damals (in German) 45 (4): 8.   (Erişim: 22.08.2014 tarihinde http://en.wikipedia.org/wiki/Forestry sitesi)

[3] "Forestry in Yashino". City of Nara, Nara.(Erişim: 22.08.2014 tarihinde http://en.wikipedia.org/wiki/Forestry sitesi)  

[4] Wojtkowski, Paul A. (2002) Agroecological Perspectives in Agronomy, Forestry and Agroforestry. Science Publishers Inc., Enfield, NH, 356p. .(Erişim: 22.08.2014 tarihinde http://en.wikipedia.org/wiki/Forestry sitesi)  

Makale Tagler: